O dönemi yaşayanlar anımsayacaktır; 12 Eylül 1980 darbesinin öncelikli icraatlarından biri, darbenin arkasındaki büyük sermaye gruplarının lideri Vehbi Koç’un en büyük derdi olan Asil Çelik şirketinin enkazının kamuya yıkılmasıydı. Şirket, büyük iddialarla kurulmuş, ancak devalüasyon kurbanı olmaktan kurtulamamıştı. Borçlandığı dolarlar ve Japon yenleri , 24 Ocak’ta başlayan yıl boyu devam eden toplamı da yüzde 144’ü bulan devalüasyonlarla katlandıkça katlanmış ve şirketi taşımak, Koç açısından olanaksızlaşmıştı. Aralık 1980’de Koç’tan alınan şirket bir süre sonra Ziraat Bankası’nın iştiraki yapılmıştı.

İlginçtir; aynı Ziraat Bankası, bugün de Varlık Fonu’nun kaldıracı yapılmakta ve bu kez AKP’nin yandaş şirketlerinin kurtarılması için oluşturulan Fon’a kaynak aktarmanın baş aktörü.

Kriz ve kapışma

Kuraldır; Her krizde devlet, sadece emek ile sermaye arasındaki ilişkileri düzenlemek daha doğrusu, sermayenin daha çok tahakkümüne alan açmakla kalmaz, sermayenin kendi içinde de ayıklamalar, tasfiyeler,el değiştirmeler, kısaca küçük balığın büyük balığa yem olması filminde rol üstlenir. Kamusal düzenlemeler, kaynak trasferleryle müdahalede bulunur. Yine her kriz, devlet-hükümet üstünde hakim olan grupların, kriz enkazlarını sırttan atma, devletten can simidi kapmada öncelik almasının örnekleri ile doludur.

12 Eylül’ün öncüsü 1980 krizi ve 24 Ocak kararları, 5 Nisan kararlarına mecbur bırakan Çiller dönemi 1994 krizi , 20 bankanın ve arkasındaki Çukurova, Uzan,Yaşar, Zeytinoğlu, Toprak, Süzer gibi büyük sermaye gruplarının operasyon geçirdiği 2001 krizi, aynı zamanda büyük el değiştirmeler, tasfiyeler ve güç dengelerinin yeniden dizayn edildiği yılları içerir.

2008-2009 krizinde kamu kaynaklarının seferber edilmesi ve çıkan dış sermayenin geçici de olsa park yeri olarak Türkiye’ye dönmesi ile fazla altüst yaşanmadı. Ancak bu dönemin ardından, Gülen Cemaati ile yaşanan krizle birlikte şirket fırtınası yaşandı ve bir dönemin iki kadim ortağının kapışması ve ardından 15 Temmuz darbe girişiminin yaşanması sonrasında FETÖ ile ilişkili olduğu söylenen 500 dolayında şirkete el konuldu.

FETÖ Şirketleri

Soruşturma kapsamında aralarında Boydak, Koza İpek, Naksan, Dumankaya, Alfemo, Yavaşçalar ve Kadıoğlu Grubu’na bağlı şirketlerin de bulunduğu Türkiye’nin dört bir yanında 500’e yakın şirket Tasarruf Mevduatı Sigortası Fonu TMSF’ye devredildi.

Fon’a devredilen şirketlerin büyük bir bölümünü KOBİ’ler oluşturuyor. Yaklaşık 500 şirketin aktif büyüklüğünün 30 milyar liraya, öz kaynaklarının ise 15 milyar liraya dayandığı ve ciroları 10 milyar lirayı aşan söz konusu şirketlerde, yaklaşık 30 bin kişinin istihdam edildiği bildiriliyor.

Döviz kuru enkazı

FETÖ cephesindeki “politika odaklı” şirket el değiştirme-tasfiye süreci bir kulvarda ilerlerken diğer kulvarda, 20156’da krize giren Türkiye kapitalizmi, birikime içkin, “doğal seleksiyon” gerçeği ile yüz yüze geldi. Artan kriz rüzgarları karşısında birçok firma dayanamıyor ve yalpalıyor. Özellikle dışarıdan borçlanmış firmalar, krizin sert rüzgarlarına karşı tutunacak dal arayışında.

AKP’nin 2011’de ilan ettiği “ustalık” dönemi gazıyla, özel firmalar büyük dış borçlanmalara gitti. Öyle ki, 2009 yılında özel firmaların 70 milyar dolar dolayında olan net döviz yükümlülükleri 2016’da 213 milyar dolara kadar çıktı. Sanıldı ki, ucuz dolar dönemi hep sürecek. Oysa şemsiye ters döndü.

2015’te yüzde 25 pahalanan dolar, 2016 yılında da bunun üstüne yüzde 20 daha fiyatlandı. Dolar kurunun 2017’nin başlarında 3.75 TL basamağına yerleşmesinin, özellikle yabancı para ile borçlanmış ve döviz açığı olan firmalar için öngörülmüş, hazırlıklı oldukları bir dolar fiyatı olduğu söylenemez ve bundan dolayı uykuları kaçan birçok büyük firma var.

Doların fiyatının hızla artışı, özellikle bu tür yükümlükleri olan şirketleri telaşlandırdı ve dolar talebini kamçıladı. Dolardaki her 1 kuruşluk artış, toplam yükümlülükte 2 milyar TL’lik bir kur zararına yol açtı. Döviz açığı olan şirketler, ödemeyi belki bir gün önce yapmakla çok ciddi bir zarar telafisi elde etme şansı olduğunu düşünerek dolar alımına yöneldi.

“Mega Proje” Enkazı

Merkez Bankasının 2016/II Finansal İstikrar Raporu’nda döviz borcu bulunan firmalara arasında “mega projeleri” yürüten firmalara özellikle dikkat çekildi ve şöyle denildi: “Ayrıca toplam yabancı para kredilerinin yüzde 20’sini oluşturan en yüksek montanlarda yabancı para kredi kullanan 30 firma incelendiğinde yatırımların daha çok enerji, havalimanı, otoyol, şehir hastanesi ve telekomünikasyon gibi kamu-özel işbirliği projeleri ile yüksek ihracata sahip otomotiv ve metal sanayi gibi sektörlerde toplandığı gözlenmektedir.” 
Merkez Bankası raporu, 3.Havalimanı, 3. Köprü, Avrasya Tüneli, Gebze-İzmir Otoyolu, sağlık kampüsleri gibi “mega projeler” olarak adlandırılan işleri yürüten firmaların durumunun “devlet garantisi” altında olmasını “iç rahatlatıcı” gibi göstermekle beraber, kazın ayağı öyle değil. Çünkü verilen alım-kiralama garantileri, finansman garantörlükleri, bu kez devlet maliyesinin döviz riskinden payını alması gerçeğini gündeme taşıyor. Bu risk ne kadar? Merkez Bankası bu konu ile ilgili edindiği bilgileri raporunda şöyle paylaşıyor, “KÖİ projeleri kapsamında faaliyet gösteren firmaların YP kredi borcu (…), en geniş varsayımlar altında 46 milyar ABD dolarına ulaşmaktadır. Analizimize göre bu rakamın yaklaşık 31 milyar ABD doları kamu hizmet/ürün satın alma, kiralama veya dolaylı garanti yöntemleriyle kur ve talep risklerine karşı korumaya sahiptir.”.

Daha da endişe verici olan, Merkez Bankası raporundaki “mega projeler” ile ilgili verilerin sağlıksızlığı. Bu veriler, derli-toplu olarak, birinci kaynak, devlette bulunmadığı için, ikinci kaynaktan, Dünya Bankası’ndan edinilmiş. Bu kaynağın veri seti ise, Türkiye’de, Kalkınma Bakanlığı’ndaki verilerle hiç uyuşmamaktadır!.. Bir “kara delik tahribatı”nın yaşanması ihtimali, her geçen gün daha da artmaktadır.

İşte tam burada 26 Ağustos 2016’da hem de OHAL şartlarında, KHK ile Varlık Fonu Şirketi kurulması ve onun bünyesinde Fonlar oluşturularak kriz yangınına kamu kaynaklarını yetiştirme telaşı başladı.

Kamudan Yandaşa

Özelleştirme İdaresi sermayesi ile kurulan Başbakanlığa bağlı Varlık Şirketine, özelleştirme havuzundaki kuruluşların hisseleri, varlıkları aktarılırken aralarında Ziraat Bankası ve Halkbank’ın da olduğu kamu bankaları, kamudaki THY ve öteki birçok kuruluşun hisseleri Fon’a devredildi. Kamuya ait değerli arsalar, taşınmazlar, ayrıca Fon’a katılıyor ve yenilerinin aktarılmasının önü açık.

Plan şu: Bu kamusal likit ve taşınmaz varlıklarla bir “portföy” oluşturulacak ve portföy, Hazine gibi, paralel bir merkezi bütçe hüviyetinde, kamu varlıklarını rehin gösterip borçlanmaya çıkacak, ama öncelikle de , “portföy yatırım yapıyor” adı altında, başta 3.Havalimanı’nı ve öteki batak mega projeleri üstlenmiş yandaş firmaların hisse senetlerini alacak, onlara bu yolla kaynak aktaracak. Konut stokları büyümüş yandaş müteahhitlerin konut sertifikaları, Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) hisseleri Fon tarafından satın alınarak bu kuruluşlara can simitleri atılacak.

Fon’un bünyesine, yeni yeni kamu kuruluşlarını ,mesela TOKİ’yi, ona bağlı Emlak Konut’u katmasının önünde de engel yok. Varlıkları kamu varlığı olmasına karşın, ne TBMM’nin ne de onun adına Sayıştay’ın denetimi altında olmayan Fon, daha referandum yapılıp “Evet” onayı almadan, bir “tek adam” prodüksiyonu olarak tam bir emrivaki ile çalıştırılmaya ve kamu gelirleri,varlıkları zordaki yandaş şirketlere aktarılmak için ön hazırlıklar yapılmaya başlandı bile. Bununla ilgili 3 yıllık aksiyon planı Bakanlar Kurulu’na bugün-yarın onaylatıldıktan sonra düğmeye basılacak.

16 Nisan referandumu, bu hukuksuzluğa, bu gasba da HAYIR demek için son şans…

 

 

Written by Mustafa Sönmez