Anadolu Sermayesi Değil, İslami Sermaye…
Mustafa SönmezYaygın medyanın da işgüzarlığıyla Türkiye’de bir sermaye fraksiyonu kavramı icat edildi: “Anadolu sermayesi…”. Bu…
Türkiye ekonomisi ağır bir krize doğru ilerliyor. Bunu hem iç hem dış gözlemciler dile getiriyor, Fitch, S&P, Moody’s gibi uluslararası derecelendirme kuruluşları yatırımcıları kırılganlıklar, riskler konusunda uyarıyor. Türkiye ekonomisi altı çeyrek üst üste yüksek büyüme hızları gerçekleştirmiş olmanın ardından önce durgunluk, sonra küçülme yönünde yol alıyor. Bütün öncü göstergeler, temmuz ayından itibaren ekonomide durgunluk ve küçülmenin işaretlerini veriyor.
Öteden beri dünyanın en adaletsiz gelir dağılımına sahip ülkelerinden biri olan Türkiye’de her kriz dönemi, özellikle alt sınıfların yeniden yoksullaştıkları sonuçlar yaratır ve bu kitleler ilk seçimlerde iktidar partisi karşıtı oy kullanarak tepkilerini dışa vururlar.
Türkiye, son seçimlerini 24 Haziran’da yapmış olmasına rağmen seçmenlerin yarısı bu seçimde geçim şikâyeti yüklü oy kullanmadılar. Ancak, o seçim tarihinden bu yana hava hızla dönmüş bulunuyor. Sadece son üç ayda yükselen enflasyona, döviz fiyatlarında sert tırmanışa, art arda gelen şirket iflaslarına, bankaların borçluları sıkıştırmalarına, gelecek ile ilgili belirsizliklere karşı memnuniyetsizlik hızla arttı.
AKP rejiminin medyayı ve yargıyı ağırlıkla kontrol altında tutması, yeni cumhurbaşkanlığı sistemi ile daha baskıcı bir devlet kurması gibi etkenler tepkilerin dışa vurulmasını, protestolar ile ortaya konulmasını önlüyor ama dipten dibe homurtular çoğalıyor.
Alt sınıfların homurtuları öncelikle çarşı-pazarda yüz yüze kaldıkları fiyatları gördükçe yükseliyor. Ağustos ayında yüzde 18’e yaklaşan yıllık enflasyon, uzun zamandır Türkiye’nin yaşamadığı ve giderek yapışkan hale gelen bir tüketici enflasyonu niteliğinde.
Sanayicilerin yani üreticilerin yaptıkları fiyat artışlarının yıllık bazda yüzde 32’yi bulması, tüketici enflasyonuna yansıyacak önemli bir potansiyel olduğuna ayrıca dikkat çekiyor. Perakendeciler, sanayinin zamlarını tüketiciye taşımamaya direndiklerini ancak bunun da sınırlarına geldiklerini ifade ediyorlar. Bu durum, yıl sonunda yıllık enflasyonun rahatlıkla yüzde 20’yi bulacağı yönündeki tahminleri güçlendiriyor.
Emsali sadece IMF masasında operasyonda olan Arjantin’de görülen bu yüksek enflasyon ile baş edebilecek bir ücret ve maaş artışı ayarlaması ise ortalıkta yok. Sayıları 19 milyonu bulan ücretli sınıftan (toplam istihdamın yüzde 70’i) sadece 3 milyon dolayında olan kamu çalışanı ve sayıları 10 milyona ulaşan emeklilerin maaşları-ücretleri enflasyona bağlı olarak ayarlanıyor. Ancak geriye kalan 16 milyon özel kesim ücretlisi için enflasyona bağlı ayarlama düzeneği yok. Bunlardan ancak 1 milyon kadarı sendikalı, dolayısıyla enflasyona karşı ücretlerinde artış isteme cüretini gösterebilecek örgütlülükte. Geri kalan 15 milyonluk ezici ücretli çoğunluk ise örgütsüz, sendikasız.
Daha vahim olan, Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’in iş gücü istatistiklerinin mikro verilerinde ortaya konulan ücret düzeyinin durumu. Bu verilere göre ücretli olarak istihdam edilenlerin yüzde 60’ından fazlası asgari ücretle ya da onun altında ücretlerle çalışıyor. Bu, halen ayda 1600 TL ücretle çalışmak demek. Eylül ayı ortalama dolar kuru 6,50 TL kabul edildiğinde 246 dolar demek. Aynı asgari ücret yılın başında 426 dolar ediyordu. Yani dolar bazında dokuz ayda yüzde 42 ucuzlayan bir asgari ücret var.
TÜİK ülke genelinde ortalama kiranın eklentileri ile birlikte aylık 1000 TL olduğunu bildiriyor. Bu durumda bir ücretli ailesinin hayatını idame ettirebilmesi için en az iki asgari ücretin eve girmesi, ikinci iş yapılarak ek gelir elde edilmesi, yanı sıra başka yardımlar sağlanması gerekiyor. Bunlar bile yüzde 18’i bulmuş tüketici enflasyonu karşısında alım gücünü korumaya yetmiyor ve hanede göreli yoksullaşma yaşanıyor.
Ancak fatura göreli yoksullaşma ile sınırlı değil. Şimdi eldeki işi kaybetme riski de artıyor. Özellikle asgari ücretlilerin istihdam edildiği inşaat, tarım, turizm ve öteki hizmet dallarında büyüme hızla düşüyor. Yüzde 5,2 büyüme yaşandığı söylenen nisan-haziran dönemindeki ikinci çeyrekte bile tarım yüzde 1,5 gerilerken inşaatta büyüme yüzde 0,8’de kaldı. İmalat sanayisi ise önceki çeyreğin büyümesinden önemli ivme kaybetti. Temmuzda başlayan eylülde bitecek üçüncü çeyrekte büyüme temposunun çok düştüğü ve işsizlikte tırmanma yaşandığı biliniyor.
Eldeki en güncel işsizlik verileri tarım dışı işsizliğin yüzde 12,5’i geçtiğini ve tırmanma eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Ağustos-eylül işgücü verileri yayımlandığında tarım dışı ya da kent işsizliğinin yüzde 14-15’e yaklaştığını görmek sürpriz olmayacak. Esas korku ise yılın son çeyreği, ekim ayı ve sonrasında. Bu son çeyrekte daha sert bir küçülme ve işten çıkarmalar bekleniyor. Zaten yeteriz olan ücreti bir de işi kaybederek sıfırlama birçok ailenin katlanabileceği bir durum gibi görünmüyor.
Alt sınıfları bekleyen riskler, ücretlinin enflasyonla baş edemeyip alım gücünü kaybetmesi, dahası işten çıkarılarak sıfır gelirli durumuna düşmesi ile sınırlı değil. Bir de sırttaki banka borcunu çevirememe korkusu var.
2003 öncesinde bankalardan borçlanmayı pek bilmeyen Türkiye halkı, dışarıdan kolay ve ucuza borçlanmayı beceren banka sisteminin açtığı borçlanma imkânını geri tepmedi. Bir yandan kredi kartı kullanımı ve onun üstünden borçlanma bir yandan konut, otomobil ve farklı ihtiyaçlar için yapılan tüketici borçlanmaları ile hane halkı borçlanması hızla tırmandı. Bankalar Birliği verilerine göre hane halkının tüketici kredisi ve kredi kartı biçimindeki borç yükü 567 milyar TL’yi bulmuş durumda. Bunun 244 milyar TL’sini, durumu daha iyice kesimin konut ve otomobil kredisi kullanımı olarak kabul edip ayıkladığımızda daha alt grupların borçları kabul edilen ihtiyaç kredisi ve kredi kartı borçlarının toplamı 323 milyar TL’yi buluyor.
Bu borçların döndürülmesinde önemli zorluklar olduğu biliniyor. Şimdiden takibe uğrayan borç oranı yüzde 6’ya yaklaşmış durumda. Bundan dolayı mahkemelik olan borçlu sayısı ise durmadan artıyor. Hanelerin geçinmede zorlanmaları ile nasıl geri ödeyeceklerini bilmeden yeni borçlar almaları, bunları döndürememeleri ya da mevcut borçları geri çevirmede zorlanmaları, borç taksitini yaratacak gelirden mahrum kalmaları, hem bankalar hem aileler için önemli bir sorunu gündeme taşıyor: Borçların çevrilememesi, evlere, otomobillere, hatta evlerdeki televizyonlara, buzdolaplarına hacizler gelmesi…
Özetle, kriz henüz burnunu gösterse bile yüksek enflasyonla baş edemeyen, işini kaybetme riski taşıyan, hele ki banka borcu olan kesim, krizi şimdiden ağır biçimde hissetmeye başladı. Bütün bu kitlenin aynı zamanda bugüne kadar iktidardaki AKP’nin seçmenlerinden de olduğu hatırlanmalı.
İktidara açılan kredinin, sorunlar karşısında diş sıkıp sabretmenin limiti ne? Bunu kestirmek zor. Ama bütün bu kriz konjonktüründe bir de mart 2019’da yapılacak yerel seçimler var. Canı yanan kitle sandıkta hesap sorar mı? Mart ayına kadar kriz yumuşatılır mı? Cevabı aylarca askıda kalacak bazı sorular bunlar.