Orta Doğu…Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine bağlayan topraklar…Doğu ile Batı arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bölge… Yeryüzünün en önemli kara ve su yollarının geçtiği, bu nedenle jeopolitik değeri yüksek coğrafya…  “Kara altın” petrolün özellikle 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren önem kazanmasıyla değeri ve önemi iyice artan vazgeçilmez, paylaşılmaz hale gelen topraklar…İşte bütün bunlar,  Orta Doğu’yu her dönem,  dünya egemenliği peşinde koşan emperyalist güçlerin birincil hedefi haline getirdi.

Sömürgecilik…

Emperyalizmin yükseliş çağında özellikle Büyük Britanya’nın at oynattığı eski Osmanlı toprağı Orta Doğu’da, bu toprakların halkları sömürgecilikle yönetildiler. Bölgeye Fransa’nın, Almanya’nın, ABD’nin girişi çok sonraları oldu. Petrol yatakları paylaşıldı, erken gelen aslan payını kaptı. Petrol devleri bölgeyi parselledi, halkların petrol, daha sonra da doğal gaz zenginlikleri, yağmalandıkça yağmalandı.

Paylaşım savaşlarının ardından 20. yüzyılın ortalarından itibaren Orta Doğu’da sömürü ilişkileri değişmeksizin yeni bir yapılanmaya gidildi; kaba sömürgeciliğin yerini ince sömürgecilik aldı. Mısır, Suriye, Irak, Libya’da Baasçı, devlet kapitalizmi hakim oldu bir süre. Ama önce Nasır, sonra Saddam ve Kaddafi yıkıma uğradı, son kurban Esat olacaktı, ama direniyor.

İnce sömürgecilik, güya bölgede devletler, emirlikler, sultanlıklar kurdurdu, güya bağımsızlık tanındı ama özde bütün sömürü-bağımlılık ilişkileri yeniden üretildi. Bölgenin petrol ve gazını işletenler yine küresel firmalardı, bölge ülkelerinin payı, ülkenin işbirlikçi elitine kalıyor, insafsız bir eşitsizlik, hem bölgenin ülkeleri arasında hem de tek tek ülkelerde sınıflar arasında, varlık içinde yokluk biçiminde yaşanıyordu.

Sünni-Şii…

Emperyalizm, sömürüsünü sürdürmek, hatta bölgeye kalan petrol diliminden de pay elde etmek için bölge ülkeleri arasında sürekli çatışma yarattı. Yüzyıllara uzanan Sünni-Şii çatışmaları yeniden kışkırtıldı, bunun üstünden gelirlerinin önemli bir kısmını ABD’nin, Avrupa’nın silah tekellerine sipariş veren ülkeler durumuna geldiler. S.Arabistan, Katar, BAE, bölgeye bir ABD karakolu olarak sokulan İsrail, en çok silaha para harcayan ülkeler durumuna geldiler.

Petrol ve gazdan ülke bütçelerinde kalan paraları çeşitli altyapı harcamalarına harcarken de küresel firmalar tedarikçi olarak pay savaşına tutuştular.

20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ABD’nin borusu ötüyordu bölgede. Yıkılmamış kaleleri yıkmak, Şii eksenin, bölgesel bir güç haline gelmeye çalışan İran öncülüğünde güçlenmesini önlemek, bunun için, bir yandan İsrail’i bölgesel güç olarak kollamak, bir yandan da Sünni ekseni tahkim etmek, ABD’nin oyun planının alt başlıklarıydı.

“Ilımlı İslam”…

Büyük Orta Doğu denilen coğrafyada, duvarın yıkılışı ve Rusya’nın bir süre için de olsa bir dünya gücü olmaktan uzak kalması, ABD’nin cüretini artırdı. Ancak, “İmparator” bölgede tahakkümünü artırdıkça radikal İslam’a da alan açıldı. El Kaide ve sonraki türevleri El Nusra, IŞİD, bölgede derinleşen eşitsizlik ve adaletsizliklerin acı meyveleriydi.

bbbBOP ile bölgeye nizam vermeye kalkan ABD, 11 Eylül travmasının ardından “Ilımlı İslam” rejimiyle Orta Doğu’yu yönetebileceğine inandı ve bu formüle uygun sandığı Müslüman Kardeşler’in,Türkiye’de de AKP’ iktidarının arkasında oldu. RTE ve çevresi, bu yönelimin kendilerine bir bölgesel güç olma fırsatı doğurduğuna inanıp Yeni Osmanlıcılık hayalleriyle bölgeye nizam vermeye kalktılar. Mısır’ı şekillendirmeye, petrolü için Irak Kürt bölgesini kafalamaya, Suriye’de Esat’ın ipini çekmeye yeltendiler. IŞİD, Nusra, kim varsa onlara TIR’larla silah, malzeme, para gönderdiler.

Ne var ki, İslamın “ılımlı”sının olamayacağını görmesi, ABD’nin çok zamanını almadı. Mürsi ile Mısır’ı iç savaşa götüren, Türkiye’yi olmadık ölçüde kutuplaştıran “ılımlı İslam”  formülü, çalışmıyordu, Suriye’de hepten müflisti ve Sisi darbesi ile Mısır’da ipini çekti bu formülün, yeni şeyler bulmalıydı ABD, ama ne? .

Yeni Aktörler…

ABD,  Büyük Orta Doğu’da art arda uğradığı başarısızlıkların ardından işgal ettiği Irak’ta da kalıcı bir düzen kurmak yerine, ölümcül bir Şii-Sünni karşıtlığı bırakarak çekilmişti. Sünni Saddamcılara karşı kolladığı Şii Maliki, bir türlü Irak’ta işleyen bir rejim tesis edemedi, hem Sünni Araplarla hem Kürtlerle çatışan bir Bağdat yönetimi, ABD’yi de memnun bırakmadı ama elden bir şey gelmez haldeydi artık. Üstelik, ABD, anladı ki, artık dünyanın “İmparator”u değil. Rusya, Çin, bölgesel bir güç olarak İran var bölgede ve onları karşıya almak kolay görünmüyordu, dünya jandarmalığının miadı dolmuştu.

Bugünün Orta Doğu’su, Şii-Sünni karşıtlığı üstünden ülkelerin kutuplaştığı, korkunç boğazlaşmaların yaşandığı ve IŞİD isimli bir belanın kontrole gelmez halde bir psikopatlar ordusu olarak bütün bölge için tehdit haline geldiği karanlık bir coğrafya. Kendisini Halife ilan eden Bağdadi, RTE dahil, tüm bölge liderlerinden biat beklemekte,  Irak Şam İslam devleti için çizdiği harita Endülüs Emevilerinin Kuzey İspanyası’ndan, Balkanlara, Afganistan’a kadar uzamakta.

IŞİD’i, Esat başta olmak üzere İran’a yakın duran Şii eksene karşı kullanan ABD emperyalizmi, şimdi,  dostum Ergin Yıldızoğlu’nun benzetmesiyle, eliyle beslediği bu kaplanın sırtından nasıl ineceğini bilemez halde. Aynı şaşkınlık, afallama,  ABD’nin izinde giden RTE rejimi için de geçerli. Besledikleri IŞİD, şimdi Türkiye’yi de halifelik haritasına katmış, itaat, hatta teslimiyet istiyor. Bakalım, neler olacak…

Written by Mustafa Sönmez