Kurds still migrating to western Turkish cities
Mustafa SÖNMEZ - Hürriyet Daily News The rate of eastern and southeastern population living outside…
Türkiye toplumu, özellikle büyükşehir sakinleri, 2021’in sonlarına doğru başgösteren ve 2022’de iyice hissedilen derin bir geçim şikayeti içinde. Her dönem, gelirin yetersizliği nedeniyle bazı ihtiyaçların karşılanamadığından şikayetçi olunur, bu özellikle alt, alt-orta gelir gruplarda kroniktir. Ama sözü edilen geçim sancısı, bazı ihtiyaçlardan, temel ihtiyaçlara ve bazı dar gelirli kesimlerden, toplumun orta sınıfına, hatta üst-orta kesimlere genişlemiş durumda. Bunun tabii ki nedeni, yaklaşık 20 yıldır yaşanmamış bir enflasyonun 2021 sonu ve 2022’de hızla tırmanmaya başlaması ve gelirlerin çok üstüne çıkması. Bu yükselen enflasyon karşısında ücret, maaş, emekli geliri, serbest çalışan geliri…kent nüfuslarının ağırlığını oluşturan kesimlerin gelirleri, başedemiyor ve reel gelir kayıpları ile birlikte “geçim sancısı” kent gündeminin ilk sırasını oluşturmaya devam ediyor.
Geçmişe dönüş?
Yüksek enflasyon içinde geçim, yaşama çabası, Türkiye’nin özellikle 1970’lerin ikinci yarısından 2000 başlarına kadar mecbur bırakıldığı bir serüven. Her alt dönemin kendine özgü şartları, enflasyonun yükselişine etki etmekle beraber, özellikle yaşanan kamu açıkları ve bu açıkların emisyon ile karşılanma yoluna gidilmesi, enflasyonun kronik hale gelmesinde etkili oldu.
Zaman zaman iki hane bir yana, üç haneye kadar çıkan enflasyon, önemli bir istikrarsızlık kaynağı olurken, iç tasarrufları yetersiz Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu dış yatırımcıları çekmenin önünde de bir tıkaç halini aldı. Bu da istikrarlı bir büyüme, yeterli istihdam içeren konjonktürlerin yaşanmasını önledi. Enflasyon karşısında yeterince gelirleri artamayanlar yoksullaştı, bugünkü kadar gerilememiş olan sendikal örgütlenme sayesinde kısmi telafi yolları bulundu. Çoğu kez de iktidarlar, seçim düzlemlerinde enflasyonla yaşanan yoksullaşmayı göreli telafi edecek maaş artışları, tarım destekleme programları vb maliye önlemleri ile, geçici pansumanlarla durumu idare ettiler. Ama yine de Türkiye’nin 1970’lerden 2000’lere siyasi alt üst oluşlarında, istikrarsız iktidar deneyimlerinde enflasyonun önemli bir etkisi oldu; enflasyon ateşini düşüremeyen, onun yol açtığı eşitsizliklerle yeterince mücadele edemeyen iktidarlar, ilk seçimde tasfiye oldular, göreli yoksullaşma yaşayan seçmenler sandıkta enflasyon karşısında önlem geliştirememiş, yoksullaşmalarından sorumlu gördükleri siyasi partileri hızla tasfiye ettiler.
2001 krizi ve sonrası
Bugünlerde yeniden yükselen enflasyonist konjonktürün öncesinde, Türkiye en son yüksek enflasyon ve onun yol açtığı ekonomik ve siyasi altüst oluşu, derin geçim sancısını 2000 başında, iktisat tarihimizde 2001 krizi olarak bilinen kırılma yılında yaşadı. Yıllığı yüzde 68,5’e vuran 2001 tüketici enflasyonuna ağır bir küçülme, işsizlik eşlik etti ve sonuçta, derinleşen gelir eşitsizliği hoşnutsuzlukları hızla tırmandırdı (1),
Hızlı bir dolarizasyon ve döviz kurundaki sert artışların felç ettiği ekonomiyi yeniden rayına oturtmak için , 1950’lerden beri alışılan yol denendi ve Uluslararası Para Fonu (IMF)’ndan finans desteği, onun önerdiği “acı reçete”yi kabullenme şartı ile alınarak dağılan ekonomik yapı toparlanmaya çalışıldı. Özü, merkezi bütçe, sosyal güvenlik sistemi, kamu iktisadi teşebbüsleri, tarım destekleme politikaları ve yerel yönetimlerden oluşan kamu kesiminin açıklarını daraltmak, bunlarla ilgili yapısal kısıtlamalara, tasfiyelere, özelleştirmelere gitmek olan acı reçete, sonuçta, sert bir talep daralmasına ve fiyat artışlarının yavaşlamasına imkan verdi ama siyasi olarak da bu reçetenin bedeli, toplumsal sınıflar arasında adilce dağıtılmadığı için ağır bir seçmen tepkisine yol açtı. 3 Kasım 2002’de yapılan erken seçimlerde 2001 krizinin ve onarımının sorumlusu koalisyon iktidarını, onu oluşturan dört siyasi partiyi seçmen cezalandırdı; yüzde 10’luk seçim barajını geçemeyen bu partiler meclise giremediler(2) .
AKP’nin şansı
3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy almasına karşın, tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP), 2001 krizine karşı IMF işbirliği ile onarıma alınan ekonomiyi, bakımdan çıkmış şekilde devraldı ve şanslı bir başlangıç yaptı. Kamu açıklarını daraltacak, özelleştirmelerle kamu gelirlerini artıracak bir dizi düzenleme yapılmıştı ve bunlar, hızla fiyatları aşağı çekecekti. Nitekim 2001’de yıllığı yüzde 68,5 olan tüketici enflasyonu, 2002’de yüzde 30’a, 2004’te yüzde 18’e, sonraki yıllarda da tek haneye düştü.
TÜİK veritabanı. 1975-87 dönemi için DİE 1978-79=100, 1987-1994 dönemi için DİE 1987=100, 1995-2003 dönemi için DİE 1994=100, 2004-2022 dönemi için TÜİK 2003=100 bazlı endeksler kullanılmıştır. 2022 yılı tahminidir.(3)
(*) CHS: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
2002 sonrası enflasyondaki düşüşte, kamu açıklarını daraltıcı maliye önlemleri kadar, izlenen para politkaları da etkili oldu. Özellikle dış dünyadaki genişlemeci para politikalarının etkisiyle Türkiye’ye hem doğrudan hem portföy yatırım biçimindeki yabancı kaynak girişi, döviz fiyatını düşürdü ve düşük kur, ekonomiyi büyüten sonuçlarla düşük enflasyonda etkili oldu. 2002-2010 arası dönemde dolar/TL küçük dalgalanmalarla 1,50 TL basamağında neredeyse sabit kaldı. Düşük kur, ithalatı cazip kıldı ve mal arzı cephesinde sorun yaşanmadı, bu da fiyatların düşük seyrinde etkili oldu. Düşük kurla büyüme ve istihdam göeli olarak yüksek seyretti, kamu maliyesi olumlu gelişti. Sosyal yardım bütçelerine imkan doğdu. Bütün bunlar, geçim sorununu yumuşattı. Gelir paylaşımındaki uçurum biraz olsun daraldı.
Bunların yanısıra iktidarın özendirdiği “Krediye erişim” kolaylığı, geçim sorununda yeni bir destek gibi görüldü. Düşük enflasyon ortamının faizleri ile borçlanma, birçok hanehalkı için erişilebilir ve kullanılabilir oldu. Giderek konut, otomobil, ihtiyaç kredileri, kredi kartı üstünden borçlanmalar, toplam kredilerin dörtte biri boyutuna çıktı. Düşük kur, düşük faiz, düşük enflasyon ikliminde bu borçlanmalarla hanenin ihtiyaçlarını karşılamak daha kolaymış gibi geldi . Bu iklim, toprakla ve hayvancılıkla geçinmekte güçlük çeken kesimlerin kentlere göçünü daha da kamçıladı. Tarım işçileri inşaat işçilerine dönüşürken, köylere geri dönüşün köprüleri de yakıldı. Bu, özellikle 2020’li yıllarda yeni kentlilerin pişmanlık duyacakları bir tercih olarak dikkat çekecektir.
Ters dönen şemsiye
AKP iktidarında geçim sorununu hafiflemiş gösteren bu “Tatlı hayat” dönemi, 2013’e kadar sürdü ve bu yıldan itibaren şemsiye ters döndü(4). Yurt dışında faizler arttı, Türkiye’nin göstergeleri, yabancılar açısından riskli bulunmaya başlandı, dış kaynak girişi zayıfladı, döviz tırmanmaya, bunu denetlemek için Merkez Bankası faizleri zaman zaman artırılmaya başlandı. Büyüme, tempo kaybetti, işsizlik arttı. Beliren güvensizlikle birlikte TL’den uzaklaşıp dövize sığınma eğilimi tırmanmaya başladı. Bütün bunlar 2013 öncesi iklimin bahardan güze evrilmesine yol açtı. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2015 genel seçimi, 2017 Anayasa referandumu ve 2018 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerini alabilmek için ekonomiyi hep basamak olarak kullanan ve riskleri büyüten AKP, 2018 sonrasında, “Tek adam dönemi” olarak adlandırılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde, hata üstüne hata yaptı. Kırılgan ekonomik yapıda , “Rahip Brunson” sürtüşmesi ile tırmanan döviz kuru, beraberinde öncü enflasyonu getirdi ve 2018 yılında, 2002’den beri yaşanmayan yüzde 20’lik enflasyon yaşandı.
2019’da daha hızlı enflasyon tırmanışına yol açabilecek döviz fiyatı artışını bastırmak için Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezervi piyasaya sürülerek eritildi ve bir cephane böyle ziyan edildi. Ekonomik büyüme yıllık yüzde 1-2 temposuna gerilerken toplumda TL’ye güvensizlik arttı ve döviz her an atağa geçme tehditi savurur hale geldi. Bu da enflasyona kaynaklık edecekti.
Pandemi yılında yaşanan küçülme ile göreli faiz artışıyla enflasyon dizginlense de faiz artışına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alerjisi vardı, erkene almak istediği 2023 seçimleri için büyüme, istihdam, canlılık üstünden seçmen desteği beklentisi içindeydi. Erdoğan, 2021 Mart’ında Merkez Bankası , Hazine ve Maliye Bakanlığı atamaları ile inisyatifini artırdı ve Eylül 2021’de, enflasyon yükselme eğiliminde iken ve yüzde 20’ye yaklaşmışken Merkez Bankası’na politika faizlerini indirme komutu verdi. Dört ayda 5 puan inişle yüzde 14’e indirilen politika faizleriyle birlikte, tasarruf sahiplerinin TL’den kaçması ve dövize yönelişi hızlandı ve dolar fiyatı 20 Aralık 2021’de 18 TL’yi görürken, 2021 yıllık enflasyonu da yüzde 36 olarak gerçekleşti(5). Artık yeni bir enflasyon dönemi başladı. Bununla beraber geçim sorunu çığ gibi büyümeye başladı.
Pandemi, yüksek enflasyon ve geçim
2021-2022 döneminin geçim krizinin, 2020 ve 2021 boyunca süren pandeminin zor şartlarının arkasından gelmesi, kent hanehalklarının üstündeki geçim basıncını daha da artırdı. Pandemide birçok birey ayrıca gelir kaybına uğradı. Bazı işyerlerinde ,özellikle hizmet kesiminde, kapanmalar yaşandı, Bu durum, işini kısmen ya da tamamen kaybetme sonuçlarına yol açtı. Örneğin Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) verilerine göre(6), 2019’da yüzde 13,7 olan ve iş arayan 4,5 milyon işsizii kapsayan dar tanımlı işsizlik 2020’de işgücünün evlere çekilmesiyle azalmış gibi göründü ve iş arayan işsiz sayısı 4 milyon, işsizlik oranı da yüzde 13,1olarak göründü. İşsiz olup da iş aramaktan yılmış kesimleri de kapsayan “Geniş tanımlı işsizlik” ise 2019’da yüzde 19,1 iken 2020’de yüzde 25,4 ‘e çıktı. Geniş tanımlı işsiz sayısı 8,7 milyon gibi ürkütücü bir sayıya ulaştı.
Bütün dünyada pandeminin yol açtığı bu mağduriyet, özellikle gelişmiş ülkelerde kamu maliyesinin imkanları zorlanarak devletçe, doğrudan gelir transferleri ile giderilmeye çalışıldı. Türkiye’de ise kamu maliyesi açığı vermeme kaygısıyla pandemi mağdurlarına devlet yardımları oldukça düşük kaldı.
2021 başlarında, iktidar, pandemi riski pek azalmamasına karşın, ekonomiyi açtı ve 2020 yılında yüzde 1,5 ancak büyüyebilmiş gayrisafi yurt içi hasılayı yükseltmek üzere, üretim-yatırım ortamıını canlandıracak önlemler aldı. Pandemi sonrası açılma, ertelenmiş talebi canlandırdı, yanı sıra dış talep arttı ve böylece hem içeriden hem dışarıdan gelen taleple 2021 büyümesi, 2020’nin düşük bazı nedeniyle de yüzde 11’i buldu. Bu “Flaş büyüme”de, pandemide ertelenmiş talebin zincirinden boşalması kadar, yükselen enflasyon karşısında mala hücum, stoklama eğilimleri de etkili oldu. Bu canlı talep, fiyatları daha da tetikledi ve tüktici enflasyonunun yıllığı 2022 Ocak ayında yüzde 49’a yaklaşırken Mart ayında yüzde 61’i, mayıs ayında ise yüzde 67’yi buldu.
Bu dehşetli sıçrama karşısında gelirlere ne oldu?
Reel gelirlerde erime, servet transferi
2021 biterken yeniden belirlenen asgari ücret, memur maaşları, emekli aylıkları, yükselen enflasyon karşısında 2022’nin ilk üç ayında hızla aşındılar(7). Çalışan gelirlerinin temel göstergesi olan asgari ücretin neti, 2021 yılında 2 bin 825 TL idi. Yeni asgari ücretin neti 2022 için 4 bin 253 TL olarak açıklandı. Bu, yüzde 50,5’lik bir artış demekti.
Ücretli nüfusun 10 milyonu asgari ücret ve asgari ücret komşuluğundakilerden oluşuyor. Yüzde 50,5’lik zamla asgari ücret ancak iki ay, ocak ve şubat aylarında tüketici enflasyonun üstünde kaldı, ama mart ayında, mart ayında enflasyonun 1 puan altına düşüldü.
Sayıları 3 milyonu bulan memurlar ve emekli kesimin omurgasını oluşturan 6 milyon işçi emeklilerinin reel gelirleri de düştü.
İşçi emeklilerinin Temmuz 2021’de ortalama gelirleri 2 bin 599 TL idi. Bu ortalama maaş, 2022 Ocak ayında 3 bin 252 TL’ye çıkarılarak yüzde 25 artırıldı. Bu, altı aylık enflasyona denk bir ayarlamaydı. Ne var ki mart ayına gelindiğinde sekiz ayda tüketici enflasyonu yüzde 51,4 artmışken emekli maaşlarındaki artışın yüzde 25,5’ta kaldığı, dolayısıyla önemli bir reel gelir kaybı yaşandığı görüldü.
Sayıları 3 milyonu bulan ve asgari ücretin yüzde 57 üstünde aylık ortalama maaşı olan memurlar da enflasyon mağduru. Temmuz 2021’de 5 bin 57 TL olan ortalama memur aylığına ocak ayı itibarıyla altı aylık enflasyon farkı ve büyümeden refah payı eklendi, yüzde 32 zam yapıldı. Böylece memurların maaş ortalaması aylık 6 bin 674 TL oldu. Ne var ki memurlar, özellikle şubat ayından itibaren aldıkları zammın enflasyon karşısında geride kaldığını gördüler. Memur kitlesi, maaşların yeniden belirleneceği temmuz ayına kadar enflasyon karşısında ciddi reel gelir kaybına katlanmak durumunda kalacak.
Özetle, enflasyon yangını, hayatlarını işgüçleriyle kazanan işçileri, memurları ağır bir biçimde mağdur etmeye başlamış görünüyor. Aynı şey emekli gelirleri için de geçerli. Bu durumun, yıl içinde düzenleme yapılmaz ise yıl sonunda önemli bir gelir aşınması anlamına geleceği açık.
Enflasyon karşısında reel gelir kaybına uğrayanlar arasında tarım kesimi de var. Tarım üreticilerinin fiyatları sanayicilere ait üretici fiyatları (Yİ-ÜFE) karşısında çok geride kaldı. Mart ayı itibarıyla tarım üreticileri fiyatlarını yıllık yüzde 84 artırabilirlerken sanayicilerin fiyatları yüzde 115 arttı. Bu da tarımdan sanayiye net bir gelir transferinin olduğuna işaret ediyor.
Enflasyon ikliminde önemli bir kesim reel gelir kaybı yaşarken bir kesim ise kazanıyor, reel gelirleri artıyor. Bunlar, bankalar ve büyük şirketler.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu verilerine göre 2021’in ilk iki ayında 9,2 milyar TL olan bankaların net dönem kârı, 2022’nin ilk iki ayında yüzde 323 artışla 39 milyar TL’ye yükseldi. 2021’in ilk iki ayında yüzde 1,52 olan dönem net kârının özkaynağa oranı, bu yılın aynı döneminde yüzde 5,22’ye yükseldi. Yıllık olarak bakıldığında ise özkaynak kârlılığı, eğilim olarak, yüzde 9,12’den yüzde 31,32’ye yükseldi.
Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 14’te tutulurken bankalar yüzde 16-17 ile TL mevduat toplayıp yüzde 25’in üzerinde faizle kredi verdiler. Kur korumalı mevduat uygulamasında faiz tavanı yüzde 17’de sınırlanınca bankalara düşük maliyetli TL kaynak elde etme imkanı doğdu. Bankalar Hazine’ye yıllık yüzde 25 dolayında faizle verdikleri borç karşılığında gelirlerini hızla artırdılar. Hazine’nin TÜFE endeksli tahviller, bankalara büyük kazanç kapısı oldu. Bankaların menkul değerlerden aldığı faiz 2021’in ilk iki ayında 15,6 milyar TL iken, bu yılın aynı döneminde 41,4 milyar TL’ye yükseldi.
Bankaların yanı sıra büyük şirketler kesimi de kârlılıktan yana iyi durumdalar. Anadolu Ajansı’nın bir araştırmasına göre 2021’de gayrimenkul yatırım ortaklığı altında işlem gören şirketlerin kârı yaklaşık 7 kat arttı. Kimya, petrol, plastik şirketlerinin kârı da yaklaşık 7 kat arttı. Elektrik sektörüne dâhil şirketlerin kârı 6 kat, metal ana sanayi sektörüne dâhil şirketlerin kârı da 4,5 kat yükseldi.
İnsafsız bir gelir transferinin gözlendiği bu konjonktürde aileleri ile birlikte önemli bir seçmen kitlesini temsil eden gelir kaybeden kesimin, 2023 Haziran’ına kadar kurulacak seçim sandığına giderken geçim sancıları, oy tercihinde en önemli yeri tutacağa benzer.