Mustafa Sönmez

16.04.2010, Cuma
Ocak 2010 işgücü-istihdam verileri, işsizlik cephesinde umut verici bir gelişme olmadığını, bu ay da ortaya koydu. İşsizlik, bu yıl ve gelecek yıl, belki sonraki yıllarda da en yakıcı gündem maddesi olmayı koruyacak. Hem bizde, hem dünyada. Bunu IMF’in patronları da deklare ettiler…

Ocak 2010 sonuçlarını, krizin miladı olan ekim 2008’in sonuçları ile karşılaştırdığımızda ortaya şu manzara çıkıyor:

Ekim 2008’ den Ocak 2010’a 15 ayda 456 bin kişi daha iş pazarına girmiş görünüyor. Geçim derdi, ev kadınlarını, çalışmayanları iş pazarına çekti. Öğrenciler okullarını bitirip iş pazarına girdiler. Girdiler de ne oldu? Bu dönemde iş bulmak bir dert iken , bir de işi olanlar işlerini kaybettiler ve 15 ayda işini kaybeden 405 bin kişiyi buldu. İşini kaybedenlerle birlikte iş pazarına yeni girenler işsiz ordusunu iyice büyüttü ve söz konusu dönemde işsiz sayısı 861 bin kişi arttı. Bu, işsizliğin yüzde 11,2’den yüzde 14,5’a çıkmasıdır. Aynı dönemde tarım dışı işsizlik, yüzde 14’ten yüzde 17,6’ya kadar tırmanmış görünüyor. Demek ki, krizden bu yana işsizlik oranı 3 puan, tarım-dışı işsizilik oranı 4 puan artmış durumda.

***

Şimdi beklenti şu: Büyüme başlar, istihdam artar…Acaba ? Gerçekten böyle mi? Gerçekten de Türkiye’de özellikle ekonominin belkemiği sayılan sanayi, büyüyünce istihdam mı yaratıyor, yoksa büyümesini işçi azaltarak mı gerçekleştiriyor ? Bakalım verilere; Halep oradaysa, arşın burada.


Kaynak; TÜİK veri tabanı

Başbakan, hot zotla, TOBB üyelerine alın birer işçi diye buyurmadan önce, lütfedip danışmanlarına sanayinin büyümesi ile istihdam arası ilişkiyi çıkarmalarını isteseydi şu gerçeği görebilirdi (tabi görmek isterse): 2005-2007 döneminde sanayi üretimi istihdamı geride bırakarak büyüdü. Sanayi üretimi yüzde 15’in üstünde artarken istihdamdaki artış yüzde 7’de kaldı. 2008 ve 2009’da ise sanayi üretimi önce durakladı , sonra geriledi. Bu iki yılda sanayi ne yaşadıysa, aynısını istihdama yaşattı ve üretim gerilemesi karşısında, istihdamı azaltarak uyum dengesi buldu. Bunun sonucudur ki, sanayi küçülse de, işçi başına üretimi , katma değer, dolayısıyla karı azalmadı. Yani, işçi işini kaybederken, sanayici patron, istihdam maliyetinden kurtularak karlılığını korudu.

***

Sanayicinin, bundan sonraki dönemde de, üretimi artırması halinde bile, kişi başına üretimi, katma değeri düşürmemeyi gözeterek , hatta bunu yükseltmeye çalışarak istihdamı ayarlayacağını söyleyebiliriz. Hatta, burada amacı, mümkünse istihdam maliyetini biraz daha azaltmak olacaktır. Bunun en kolay yolu, aynı üretimi, daha az işçi ile yapmaktır.Ama bu mümkün olamıyorsa, işçinin ücretten başlayan diğer maliyet kalemlerinde azaltmaya gitmektir. Bu, evet emek sömürücülüğünü sürdürmek için gereklidir. Başbakan, bilmeden-Allah söyletti!…-bu sıfatı kullanmıştır: Emek sömürücüleri…Patronlar ise buna gücendiler; Ne demek emek sömürmek? Peki, nedir yaptıkları? Nedir karın, sermaye birikiminin kaynağı? Emek sömürüsü değil de nedir? Kapitalin, yatırım sermayesinin, birikimin kaynağı, karşılığı ödenmemiş emek değil de nedir? Ne kadar, “İstihdam yaratıyoruz, vergi veriyoruz, SSK primi ödüyoruz…” deseler de bütün kapitalistler emek sömürücüsüdürler. En adil,en hukuka saygılı olan, vergi şampiyonu da emek sömürücüsüdür, en kaytarıcı, kayıt-dışı,vergi kaçırıp kaçak işçi çalıştıranı da. Aralarındaki fark, sömürüden ele geçenin niceliğidir. O kadar…Bunu sürdürmek için de emeği daha çok işsiz bırakacaklar. Bunu bilerek, duruma “vaziyet etmeli”…

Written by Mustafa Sönmez