Türkiye ekonomisi son üç çeyrek ya da mevsim boyunca küçüldü. Buna temmuz-eylül dönemini içeren çeyreğin de eklenmesi muhtemel. Böylece son 12 ayda, bir önceki zaman dilimine göre küçülen bir ekonomiden söz ediyor olacağız. 

Bu küçülme, ağırlıkla yatırımların yere çakılmasından ileri geldi, bunu hane halkı harcamalarının yani özel iç talebin gerilemesi etkeni izledi. Ama ekonominin daha derin bir kriz yaşamasını da iki değişken önledi. Bunlardan biri devletin harcamalarını artırması, diğeri ise içeride daralan talep karşısında dışarıya mal satmak, daha çok turizm cirosu yapmak oldu. 

Ne var ki bu küçülmeyi telafi edici ihracat ve turizm faaliyeti mercek altına alındığında, bunun fiyat kırarak, ucuza mal ve hizmet satarak gerçekleştirilmiş bir performans olduğunu, dolayısıyla, literatürdeki adıyla “yoksullaştırıcı” ihracat ve turizm olduğunu görmek gerekiyor. 

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetimi, açıkça kriz olan bu konjonktüre bir türlü “kriz” deme samimiyetini gösteremedi. Ama sonuç olarak Türkiye ekonomisi milli gelirin son 12 ayda yüzde 1,1 küçüldüğü bir ekonomidir ve dolar üstünden büyüklüğü 722 milyar dolara inmiştir. Oysa 2013 yılında 950 milyar dolarlık bir ekonomi olarak ölçülmüştü. 

Bu milli gelir pastası nüfusa bölündüğünde de sert bir düşüş gözleniyor. 2014’te 12 bin dolar olan kişi başına gelir, 2019’da 8 bin 800 dolara kadar düşmüş hâlde. 

Yine de son 12 ayın ekonomik daralması ya da 2018-2019 krizindeki çukur, önceki iki büyük kriz 2001 ve 2009 krizlerinde olduğundan daha az derin. Bunun böyle olması, bir yandan hükümetin kamu harcamalarını yerel seçim takvimini de dikkate alarak yüksek tutmasıyla mümkün olurken, ihracat ve turizm için ek dış talep yaratılması krizin daha da derinleşmesini önledi. 

İhracat 2019’un ilk çeyreğinde 42,2 milyar dolar ile 2018 ilk çeyreğinin ihracatını yüzde 2,6 oranında aştı, ikinci çeyreğin 41,5 milyar dolarlık ihracatı da yine 2018 ikinci çeyreğini yüzde 1,1 geçti. 

İhracatçıların çatı örgütü olan Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı İsmail Gülle iddialarını şöyle dile getiriyordu: “2018 yılını, Cumhuriyet tarihimizin en yüksek ihracat rakamı olan 168,1 milyar dolar ile geride bıraktık. 2019 hedefimiz, 182 milyar dolarlık ihracat rakamını yakalamaktır. TİM olarak, 2019 yılında ihracatta yeni proje ve stratejiler üzerine de yoğunlaşacağız. İhracatta Sıfır Atık Seferberliği (Kadın Konseyi Projesi), 5G Yeni Vizyon, İhracatta İlk Adım, transit ticaret ve mikro ihracatın kayıt altına alınması, rekabetçi hizmet ihracatı, ihracat yapan firma sayısındaki artışının sürdürülmesi ile teknoloji, inovasyon, Ar-Ge, markalaşma stratejimizi güçlendirilecek, ‘İhracatta sürdürülebilirlik ve yenilikçilik’ temel rotamız olacaktır.”

TİM Başkanı’nın ifade ettiği 2019’da 182 milyar dolarlık ihracat hedefinin ne kadar ulaşılabilir olduğu tartışılabilir, özellikle dünya ekonomisinde son zamanlarda iyice belirginlik kazanan resesyon rüzgarları hatırlandığında. ABD ve Çin arasında 2017 yılında başlayan ve 2018’de şiddetlenen ticaret savaşı, 2019 yılında da dünya ticareti için en büyük risk olmayı sürdürüyor. Bunun yanı sıra Çin ekonomisinin yavaşlaması, Birleşik Krallık ile AB arasında anlaşmasız bir Brexit, diğer kritik konular. ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları, Suriye, Yemen, Kuzey Kore, Ukrayna gibi sorunlu ülkelerin sebep olacağı jeopolitik riskler de yine küresel ticareti olumsuz yönde etkileyecek başlıklar arasında yer almakta. 

2019 yılında tüm bu risklerin küresel büyüme ve küresel ticarette belirgin bir yavaşlamaya neden olması ihtimal dahilinde. Ama yine de yılın ilk yarısında 83,5 milyar doları bulan ihracat, iç piyasada daralmış ekonominin daha da küçülmesini önleyici bir kaldıraç oldu. Ne var ki ihracatın niceliği kadar niteliği de sorgulanmak durumunda. Bu ihracat performansı hangi fiyatlardan mümkün oldu? 

Özellikle döviz kurunun 2018’in ikinci yarısında gösterdiği hızlı yükseliş, ithalatı bıçak gibi kesti, ithal girdi ve gereçlerin TL fiyatlarını sert bir şekilde artırdı ve maliyet enflasyonuna neden oldu. Ama bu kur artışı bir yandan da ihracatçıya pozitif rüzgar oldu. 

İhracattan eline geçecek paranın TL karşılığı ile ilgili olan ihracatçının, dövizin böylesi yükseldiği konjonktürlerde pazar tutabilmek, hedeflediği ciroya ulaşabilmek için fiyat kırdığı öteden beri bilinir. Nitekim bu konjonktürde de anılan ihracat cirosuna ulaşmada birim ihracat fiyatlarındaki düşüşler dikkat çekiyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun her ay açıkladığı birim ihracat fiyatları 2018’in ocak ayı ile 2019’un temmuz ayı arasında yüzde 7 gerilemiş görünüyor. Başka bir ifadeyle, 2018 başında 100 dolara satılan bir ihracat ürününün fiyatı 2019 ortalarında 93 dolara kadar indirilerek ihracatta belli yerlere ulaşılmış durumda. 

Benzer bir durum ihracattan sonraki en önemli döviz kazandırıcı faaliyet olan turizmde de gözlendi. Dış seyahat gelirleri ile dış seyahat giderlerinin farkını oluşturan net turizm gelirleri, 2019’un ilk altı ayında 8,8 milyar dolar olarak ödemeler dengesinde yer aldı. 2018’in aynı döneminde bu rakam 7,1 milyar dolardı. Yani Türkiye bu yıl ilk yarıda daha çok net turizm geliri elde etmiş, net gelirlerini 1,7 milyar dolar ya da yüzde 24 dolayında artırmıştı.

Ancak hizmet verilen turist sayısı dikkate alındığında, turist başına elde edilen gelirin düştüğü gözleniyor. 2018’in ilk yarısında 680 dolar olan turist başına gelirin 2019’un ilk yarısında 20 dolar azalarak 660 dolara gerilediği anlaşılıyor. Bu da turizm paketlerinin indirimli satılması diye yorumlanabilir. 

Özellikle kriz dönemlerinde iç piyasada daralan firmaların mal ve hizmetlerini dış pazarda, hele ki döviz fiyatı yükselmiş ise, fiyat kırarak satmaya yönelmesinden, bununla kayıplarını minimize etmeye çalışmasından ortaya çıkan durum, iktisat literatüründe “yoksullaştıran” ihracat veya “yoksullaştıran” turizm olarak da adlandırılıyor. İhracat ve turizm ucuza satılırken ithalatın artan döviz fiyatı nedeniyle pahalıya gelmesi, birim ihracat fiyatının birim ithalat fiyatının gerisinde kalmasından dolayı değer kaybı yaratıyor. Hintli iktisatçı ve hukukçu Jagdish Bhagwati’nin yakın dönemlere ilişkin güncellediği bu teorik yaklaşıma Türkiye benzeri ülkelerde araştırmacılar da sık sık başvuruyor. Bir anlamda madalyonun öteki yüzünü görmek ve göstermek isteyenler, “Büyüme, ama ne pahasına?” sorusuna dış ticaret fiyatları üstünden uğranılan kaybı ölçerek de cevap bulabiliyorlar.

Written by Mustafa Sönmez