Türkiye kapitalizmi, 2009’daki yüzde 5’e yakın küçülmenin (teğet geçerken!…) ardından 2010 ve 2011 yıllarında ortalama yüzde 9’a yakın büyüme gerçekleştirdi. Krize girerken de krizden çıkarken de ana belirleyici etken, dış kaynak giriş-çıkışı oldu. Türkiye kapitalizminin yapısal özelliği bu. Doğrudan yabancı sermaye, borsaya,devlet kağıtlarına sıcak para (portföy) ve dış kredi biçimlerinde, üç yolla gelen yabancı kaynak ile ekonomi büyüyor, bunlar geri çekilince ekonomi küçülüyor. O nedenle dış kaynak trafiği, büyümenin seyrini takipte en önemli gösterge .

Türkiye kapitalizminin diğer bir özelliği de, dış kaynak ile büyümesinin döviz kazandıran değil, döviz harcatan olması. Dolayısıyla sürekli döviz açığı ,yani cari açık vermesi. Dış kaynak geldikçe cari açık da büyüyor, borç yaratan bir büyüme yaşanabiliyor ancak.  Para geldiği sürece büyürüz, cari açık önemli değil,  diyemiyor kimse. Her yazın bir de kışı var. Çünkü, öyle bir yere geldik ki, Türkiye hızlı büyümeyi ancak büyük döviz açıkları vererek, özellikle dış borç stokunu büyüterek gerçekleştirdi. Bu borç kamburu ile  şimdilik yüksek faize tamah ederek gelen dış yatırımcı, artık risk üstlenmez, gelmez olur. O zaman da çok ciddi kur şokları ve gürültülü inişler yaşanır. İşte bu nedenle, hedef küçültüldü, 2012 ve onu izleyen iki yıl için yüzde 4-5 büyüme hedefleri ile yetinilmeye karar verildi ve bunun adına “yumuşak iniş” denildi.

Peki şimdi yılın ortasına gelirken bu “yumuşak iniş”in neresindeyiz? Bu sorunun yanıtı için ancak bu ayın sonunda ilk 3 ayın büyüme verileri açıklandığında sağlıklı bir ipucu sahibi olacağız. Ama, başka göstergeler, 2012 için yüzde 4 olarak belirlenen “yumuşak iniş” ile uyumlu bir trend izlendiğini gösteriyor. Bunun da en önemli göstergesi, ilk 4 ayın yabancı para trafiği.

Kaynak TCMB Ödemeler Dengesi veri tabanı. Toplama Net hata-noksan dahildir

 Ekonominin yüzde 8,5 büyüme yaşadığı, cari açığın da milli gelirin yüzde 10’una tırmanarak dünya rekoru kırdığı 2011’de,  ilk 4 ayda giriş yapan yabancı kaynak 32,5 milyar dolar dolayındaydı. Buna, kaynağı bilinmeyen yabancı para girişi eklendiğinde toplam 35,2 milyar doları buluyordu. Yani ekonomi yelkeni dış rüzgarlarla  pupa yelken yol alıyordu. Bu yılın ilk 4 ayında ise yabancı kaynak girişi 20 milyar dolardan biraz az. Kaynağı belirsizleri ekleyince 23 milyar dolara yakın. Yani büyüme yılı ile soğuma yılı trafiği arasında 35’e 23 gibi bir fark var. Demek ki, dış kaynak girişi geçen yıla göre azalıyor, bu da hedeflendiği gibi daha düşük büyüme, soğuma hedefine uygun bir seyir.

 

Büyüme vites düşürünce cari açık da hem miktar hem de milli gelire oran olarak düşüş gösterecek, bu da beklenir bir şey. Artık yüzde 10 cari açık/milli gelir oranından değil, belki yüzde 7-8 dolayında bir orandan söz edeceğiz. İleriki yıllarda büyümenin seyrine bağlı olarak bu oran değişecek. Unutmayalım ki, ekonomisi büyüme halinde iken 2007’de İspanya’nın cari açığı da milli gelirinin yüzde 10’unu geçmişti. Ama sonraki küçülme yılları ile birlikte 2011’de yüzde 3,5’a kadar düştü. Yani, bu cari açık sorunu da değişmez bir şey değil, tamamen büyümenin seyrine bağlı. Muhteris büyümeden büyük cari açık, mütevazı büyümeden küçük cari açık doğuyor. Türkiye,hem büyüyen hem cari açık vermeyen bir ülke değil. Böyle ülkeler var ama Türkiye onlardan değil.

Peki yıl sonuna kadar her şey böyle “kontrol altında” seyredebilir mi? Ekonomi inişini kazasız belasız sürdürür mü, yoksa “yumuşak” iniş yerini sert bir düşüşe mi bırakır? Ya da düşük bir ihtimal olsa da, yumuşakla yetinmez de kontrol dışı bir büyüme serüvenine  mi sürüklenir? İşte ihtimaller bunlar…

***

Bunlardan “yumuşak iniş” senaryosu hayata geçerse, işsizlik oranının yüzde 10,5’ta kalacağı, cari açığın yüzde 8’e düşse de önemli bir kırılganlık ögesi olmayı sürdüreceği öngörüler arasında. Büyüme düşeceği için bütçeye ithalat ve tüketimden gelen dolaylı vergilerin azalacağı, buna karşılık harcamaların aynı ölçüde azalmayacağı söylenebilir. Yine de bu senaryo bütçe açığını milli gelirin yüzde 1,5’unda tutma iddiasında. Bu senaryonun en çok güvendiği dağ, özelleştirmeler, özellikle kamu gayri menkullerinin satışı.

Yumuşak iniş yerine, Avrupa depremi ile daha sert düşüşler yaşanabilir mi? Bu da mümkün bir senaryo. Yüzde 4 yerine yüzde 2- 2,5’ a kadar düşen bir büyüme, birçok olumsuzluğu beraberinde getirir. Bir kere işsizlik rahatlıkla yüzde 11’i aşar. Ayrıca bütçe açığı da, düşen vergilerle beraber artar. Tek olumluluk, ithalata dayalı üretim yavaşlayacağı için ithalatın, dolayısıyla cari açığın biraz daha daralması olur. Yine de bu senaryonun ana değişkeni Avrupa’da yaşanacaklar. Yunanistan’ın ardından İspanya’da hızlı bir dalgalanma Avrupa’dan Türkiye’ye çok sert rüzgarlar taşıyabilir. Yabancı kaynak girişi iyice azalırsa, Türkiye’de de şemsiye ters döner.

Bu tür türbülansların Türkiye’ye etkisi,   fırtınada AKP iktidarının ekonomide ne kadar iyi dümen tutacağına bağlı. Elindeki bütçe, ona önemli can simitleri sağlıyor ama fırtınaya ne kadar dayanır ? Öye görünüyor ki, geleceği şekillendirecek etkenler, dışarıda Avrupa çalkantısı,  içeride ise hem gerici kültürel-politik uygulamaların hem de neoliberal ekonomik icraatın basıncı altında gerilmiş “sokak”ın tepkisi olacak.

 

Written by Mustafa Sönmez