ABD, küresel krizin yaralarını sarmakta zorlanıyor. Kendi ülke enkazını henüz hale yola koyamadı. İyileşmesi büyük ölçüde Avrupa’da da yeniden büyümenin başlamasına bağlı ama  Avrupa’da olanlar, iyice kaygılandırıcı.  Avrupa, borç krizini aşma, yeniden büyüme ivmesi yakalama yolunda henüz çıkış bulamadığı gibi, 2012 ile ilgili daha kötümser gelişmelere kendini hazırlıyor. Üstelik AB’nin ekonomik kimyasının yanında politik kimyası da tehdit altında. Bu bozulmada, hafta sonu yapılacak Yunanistan seçimleri  kilometretaşı olacak.

Avrupa,  bu Pazartesi yeni bir tarihe uyanmaya hazırlanıyor. Neoliberal paradigmaya kafa tutmuş, “problem çocuk” Yunanistan cürümü kadar yer yakar ama “emsal” olma özelliği endişe kaynağı. Herkes Yunanistan’ı “fiyatladı” zaten, gözler İspanya’da. Sonra da sahneyi İtalya alacak…Güney Avrupa, ‘Eurozone’u  dibe çekerken Avro’dan kopuş, giderek AB’den kopuş gibi senaryolar gündeme gelebilir.

Düşen Avrupa’dan pay kapma çabaları da eksik kalmıyor. Özellikle Çin, sonra da Rusya, AB’nin zayıf halkalarından paylar kaparak, örneğin Yunanistan, İspanya, İtalya’dan bankalar, şirketler alarak Avrupa cephesinde önemli mevziler kapma çabasındalar. Almanya’ya kafa tutan Yunanistan başta olmak üzere diğer Güney Avrupa ülkeleri de Merkel’e mahkum olmadıklarını “yükselen BRIC”i işaret ederek gösteriyorlar zaten.

***

BRIC’in Avrupa’daki olası pay kapma hamlelerine ABD ne karşılık verir, henüz bilinmez. Yapabileceği ne var, o da bilinmez. Ama aynı ABD’nin, enerji alanlarını Çin’in kontrolüne kaptırmamak gibi bir derdi var ve Orta Doğu’yu, Kafkasları, bu nedenle bildiği gibi dizayn etme çabasında. Çin’in Orta Doğu, Kafkas petrollerine, doğalgazına erişimini ve kontrol gücünü sınırlamak ABD’nin asli hedefi. Bu, ABD için hayati bir konu. Enerji devi Rusya ve kontrolündeki Bağımsız Devletler Topluluğu’nun, S.Arabistan, Körfez ülkeleri gibi ABD’nin daha çok kontrolündeki enerji ülkeleri üstünde hegemonyasını önleme çabaları hızla önem kazanıyor ve burnumuzun dibindeki Suriye iç savaşını da bu bağlama oturtup konuşmak gerekiyor. Dahası, Türkiye’nin iç siyasetinde olan bitenleri, bütün bu dış bağlamı göz önünde tutarak irdelemek gerekiyor.

 

ABD, İngiltere başta olmak üzere Batı Avrupa, Libya’nın başına gelenlerin  kendi özgül şartlarında Suriye’nin de başına gelmesini istiyor. Kaddafi’nin akibetini Esad da yaşasın istiyor. Çünkü, Suriye, ABD’nin bölge planlarına uymayan bir aktör. Ona dokunmaması  İran, Rusya, hatta dolaylı olarak Çin’e yarayacak. Buna ise tahammülü yok. Dünya medyasını yönlendirerek, Suriye’ye dış müdahalenin kaçınılmaz hale geldiğine dair kamuoyu hazırlıyorlar.  Ergin Yıldızoğlu’nun Çarşamba yazısında belirttiği gibi, bu uğurda,  Libya’da olduğu gibi Selefi akımlarla işbirliği yapmayı da sorun görmüyorlar; önemli olan İran’ı sıkıştıracak, İsrail’i koruyacak bir Sünni-Şii kamplaşmasının inşa edilmesi.

Suriye, Libya gibi değil. Burada, yanı başında İran var, Suriye üzerinde Rusya’nın jeoekonomik ve askeri düzeyde vazgeçemeyeceği çıkarları var. Bu ikisinin üstünden Çin’in Suriye’de statükonun bozulmamasından çıkarları var. Suriye düşerse, Çin’in enerji tedarikçisi , yatırım alanı İran da kan kaybına uğrar.Çin bunu tabi ki istemez.


Suriye konusunda ABD ve müttefiki Batı, Türkiye’nin daha çok insiyatif almasını istiyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton‘ın Suriye ordusunun Halep için yığınak yaptığını söyleyerek; ‘bu durumun, ulusal ve stratejik çıkarları açısından Türkiye’nin kırmızı çizgisi olabileceğini’ belirtmesi, önemli bir ufka varıldığını ifade ediyor. Batı  basınında yer alan, aslında uzun süredir devam eden yayınlar, Türkiye’yi Suriye savaşının içinde gösteriyor. Yandaş medyada, “daha ne duruyoruz” yazıları da çoğalacağa benzer;Bir örnek, 14 Haziran tarihli Yeni Şafak’ta, İbrahim Karagülle’den; “Eğer bir savaşın içindeysek, ki görüntü öyle, bunu açıktan yapalım. Önüne gelene saldıran tipleri sokağa salarak kamuoyu oluşturmanın başta tehlikeleri de barındırdığını bilelim”.

***

RTE’nin arkadan itmelere direnip direnemediği bilinmez, ama kendi evi içinde “huzur” tesis edememiş bir ülke olarak savaşa girmenin, insanın başına ne işler açacağının inceden inceye hesapları yapılıyor olmalıdır. Çünkü kolay değil, itilmek istenen coğrafya, İran, Irak,Suriye, Mısır, Lübnan, Ürdün ve İsrail coğrafyasını kucaklayan bir mayınlı tarla. Suriye’ye açıktan dokunma halinde hesap verilecek İran, Rusya ,Çin gibi aktörler var.

Evin içi ise huzursuz. Sırtta, bir kambur,  halledilmemiş bir Kürt sorunu var. Sıcak savaş şartlarında Kürt faktörü hesaplanmadan adım atılamaz, sulh olmanın yolu nasıl bulunacak ? Vesayet kavgasında demoralize olmuş bir TSK ile nasıl böyle bir işe kalkılacak ? Hele ki iç kamuoyu? AKP’nin seçmeni bile ABD kumandalı bir müdahaleye destek verir mi? Ya kırılgan ekonominin hali nicolur?

Hem Kürtlerle hem TSK ile “sulh olup evin içini düzenleme”, sonra sefere konulma çabasına ise içeriden “Cemaat” çelmesi geliyor. Ne zaman Kürt meselesinde “müzakere” alınana inişe niyetlenilse, son Van Belediye Başkanı’nı da kapsayan operasyonda olduğu gibi, Cemaat adliyesi, polisi mahareti olduğu söylenen KCK operasyonları yaşanıyor. TSK ile sulh olmak da, Özel Yetkili Mahkemeler ile olmuyor. Oradaki Cemaat vesayetini kırmak ise 14 Haziran tarihli Zaman’da Mümtaz’er Türköne’nin yazdığı AKP’de çözülme ihtimalini gündeme taşıyor. Ne diyor Türköne; “Yargının özel yetkiler kullanarak peşine düşeceği suçlar kalmadı mı? AK Parti Meclis grubunun ezici çoğunluğu bu soruya “hayır var” cevabını verecektir… AK Parti çözülüyor mu? Özel yetkili mahkemelerle ilgili tartışmalar bu sorunun cevabını ararken sağlam bir fikir verecek. AK Parti grubunun, yargı paketi görüşülürken verilecek bir değişiklik önergesine sorgusuz sualsiz “evet” demesini bekliyor musunuz?”

İç fay hatlarımızda bir depremin şiddeti ne olur, bekleyip göreceğiz.AKP-Cemaat koalisyonunun, ÖYM çatışmasından tek parça çıkması çok zor.   Dışarıda büyük risk almaya kalkmadan iç hesaplaşma  kendini dayatmış görünüyor. Buradan nasıl terkipler çıkar, merak konusu.

Written by Mustafa Sönmez