Tarih, AKP’nin açık faşizme adım adım tırmanışında, ne yazık ki, “sol” mahallenin farklı kollarından gelen desteği de yazacak gibi. 2002’de iktidara gelen AKP’ye önce sol liberaller, “Sivilleşme, askeri vesayeti geriletme, statükoyu yıkma” adına destek verdiler ve 2010 Anayasa değişikliği ile ilgili koydukları “Yetmez ama evet” tavırlarıyla desteklerini taçlanırdılar.

Sonra, anyayı konyayı gördüler ve 2013’ten itibaren desteklerini çekip, yanıldıklarını, hatta, Murat Belge’nin ifadesiyle, “Kandırıldıklarını” geç de olsa fark ettiler!…

Bugün ise aynı aymazlığa, kendisini “Ulusalcı sol” diye nitelendiren kol düşmüş durumda. Medyada Sözcü, Aydınlık gibi organlarda seslendirilen, meslek kuruluşlarında İstanbul ve merkez baroda ifadelendirilen “devlet bekası” öncelikli anlayış, Ak faşizmin Başkanlık odaklı Kürt kıyımına açık destek vermekte, barış çağrısı yapan aydınları ise PKK destekçisi göstermektedir.

Ulusalcı aymazlar, bütün bunları “devletin bekası” için yaptıklarını öne sürerken o devletin tamamen bir AKP’nin parti devletine dönüştüğünün ayırtında bile değiller. Böylece sonradan pişmanlık belirten liberal ihanetin yerini şimdi, ulusalcı gafletin aldığı bir dönemden geçiyor Türkiye…

 Liberalin pişmanlığı

AKP’ye içeride ve dışarıda kefil olup onu tırmandıran liberallerin bugün vardığı yeri, 18 Ocak tarihli Taraf’taki Hadi Uluengin yazısı çok iyi özetliyor. Uluengin, AKP’lilere fena halde sitem ederek şöyle sesleniyor;

“ Recep Tayyip Erdoğan haksız yere zindana atıldığında; 28 Şubat paşaları demokrasiyi süngüyle dürtüklediğinde; Yekta özden’inden Hikmet Şimşek’ine statüko zaptiyeleri sizleri kastederek “sıkıysa Şeriat’ı getirsinler” yahut “devrim vidası sıkmak gerekiyor” diye kükrediğinde, bizler sizleri sahiplenmek yükümlülüğünü üstlenenlerin ilk siperindeydik. “Cumhuriyet mitingleri”yle (!) kopartılan yaygaraya pabuç bırakmayanlar ve seçilmiş AKP iktidarına karşı yayınlanan 27 Nisan muhtırasına meydan okuyanlar da yine bizlerdik. Daha önemlisi, “yetmez ama evet” dâhil, demokrasi ve çoğulculuk rotasını sürdürdüğü müddetçe ve tabii ki kayıtsız şartsız olmamak kaydıyla aynı AKP’yi de biz destekledik. Örnekleri uzatabilirim. .. Dün neysek, bugün de oyuz ama siz değilsiniz! DEĞİLSİNİZ, çünkü bizlerin sizlerle “yol arkadaşlığı” yaptığı dönemde dün söylemiş, uygulamış ve taahhüt etmiş olduğunuz şeylerin bugün tam tersini yapıyorsunuz. Yolsuzluk, rüşvet, kayırma türü gayr-ı ahlaki suiistimallere zaten girmiyorum… Fakat devleti ele geçirdiğinize hükmettiğiniz andan itibaren, bir tek laikçilik hariç, hem eski devlet ideolojisini bütün ceberutluğuyla benimsediniz, hem de onu daha da otoriter mekanizmayla kurumlaştıracak ve Erdoğan için biçilmiş kaftan olacak bir sisteme yöneldiniz”

Liberaller ne kadar dizlerini dövseler azdır. Bugün tamamına yakını pişmanlıklarını belirtmekle beraber, bazıları hala FG Cemaati ile iş tutarak hala akıllanmamış görünüyorlar.

Ulusalcı gaflet…

Liberallerin içine düştükleri gafletin bir benzerini şimdi güya AKP muhalifi , kendisine “ulusalcı”diyenler yaşıyor. Siyasette Vatan Partisi ve az da olsa CHP’nin bir kanadında temsil edilen, medyada Sözcü, Aydınlık’ta köşe tutan, meslek kuruluşları içinde özellikle Barolar Birliği yönetiminde etkili bu zevat, özellikle Ak faşizmin Kürt meselesine dönük şiddet politikalarının arkasında durarak  Ak faşizme moral destek sağlamaktadır.

Bu duruşlarına örnek olarak, 18 Ocak tarihli Sözcü’nün başyazısını yazan Rahmi Turan’ın akademisyenlerin bildirisine ilişkin yaszdıklarına  kulak verelim; “ Adına “Aydınlar bildirisi” diyorlar. Aslında aydınlıkla hiçbir ilgileri yok! Aysız geceler gibi karanlık insanlar! Varlığını korumaya çalışan devleti “Katliamcı” olarak suçlayan, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklanna gerçekleştirdiği bilinçli katliam ve sürgün politikalarından derhal vazgeçmeli” diyen bir zihniyet nasıl aydınlık olabilir ki?
Onların gerçek birer aydın olmadığını yalnız biz söylemiyoruz.
Ülkemizin en önde gelen hukukçularından olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof.  Metin Feyzioğlu
 “Onlar aydın ise ben değilim” diyerek aynı görüşü destekliyor. Prof. Feyzioğlu diyor ki: “Bölücü terör örgütüne tek cümle söz söylemeden, sürekli olarak güvenlik güçleri ile devleti suçlayan hiçbir açıklamayı ciddiye almam. Bunu yazanlar barışa değil, daha büyük ayrışmalara hizmet ediyor! Silahlı terör örgütüne karşı elbette silahlı mücadele olacaktır. Ancak bu mücadele hukuk dışına çıkarsa meşruiyet zedelenir. Devlet yıkılırsa ne adaletten, ne gelecekten, ne de refahtan söz edebiliriz. Devlet yıkılırsa herkes altında kalır!”

Parti devleti

Turan’ın ve Feyzioğlu’nun bu bahisteki duruşunun onlarca örneğini Aydınlık’ta, VP’de de bulabilirsiniz. Bütün bu kesimin ana savı şu, “Biz Güneydoğu’daki operasyonları, ordumuzu, polisimizi, devletin bekası adına savunuyoruz, AKP adına değil.Bölücüülüğün önlenmesinden yanayız, AKP’den değil”…

Bu noktadan hareketle de günlerdir Diyarbakır Sur’da, Silopi’de, Cizre’de sürdürülen ölümlere, zorunlu göçlere, insan hakları ihlallerine dur diyen akademisyen bildirilerini “teröre destekçilikle” eleştiriyor, hemen AK faşizmin yanında saf tutuyorlar.

Ulusalcıların “Devletin bekası”  derken unuttukları şu; Ak faşizmin tırmanışı ile birlikte devlet, tüm kurumlarıyla, ordusu, polisi, yargısı hatta medyası ile Ak faşizmin kontrolüne geçti. Burjuva demokrasilerinde, tüm sermaye kesimlerine eşit uzaklıkta, onların genel yönetim kurulu olduğu varsayılan devlet, şimdi, Ak faşizmin ancak yandaş, organik sermayedarlarının, hatta onlara da hükmeden Kaçak Saray’ın kontrolünde. Genelkurmay’dan Yeni Akit yazarına gönderilen büyük taziye muhabbeti bile gözlerini açmaya yetmiyor.

Tercih?

Kuşkusuz bu duruşun bir “gaflet”mi, yoksa bilinçli bir “tercih” mi olduğu ayrıca tartışılmalıdır. Ama, bu kesime inanmış iyi niyetli insanların görmeleri gereken, Ak faşizmin Kürt kıyımının, doğrudan doğruya RTE’nin Başkanlık sıtmasıyla ilgili olduğudur.

7 Haziran’da tökezleyen ve sırtındaki suç isnatlarının yargı önüne gelmesinden endişe duyan Kaçak Saray, Kürt siyasetine karşı açtığı savaşla  halkı canından bezdirip sıtmaya razı etti, 1 Kasım’da yeniden tek başına iktidarı yakaladı. Bu terör ikliminin iş yaptığını görünce de Başkanlık elde edilinceye kadar aynı havayı egemen kılıyor ve saldırdıkça saldırıyor. Hedefi, muhtemelen yeni bir seçim ve hem Kürt siyasetini, hem de MHP’yi baraj altına itecek hukuksuzlukları göze alarak 400 MV çıkarıp Başkanlık hedefine ulaşmak…

Bu bahiste, Ak faşizmin oyun planı karşısında özellikle PKK’nın doğru strateji ve taktik izleyip izlemediği, savaşa karşılık verme dışında, AKP’nin oyununu boşa çıkaracak  daha akılcı bir yöntemi neden izlemediği sorgulanabilir ve yapılıyor da, bunu HDP de yapıyor.

Ama burada asıl olan, AKP’nin her tür Anayasal ve yasal ihlalleri göze alarak bir kıyımda ısrarıdır. Bunu, “terörle savaş”  adı altında, tüm medyayı da baskı altına alarak sürdürmesine omuz vermek, “Bölücülüğü önlüyor” diye kutsamak, tıpkı liberal solun  Ahmet Altan –Çongar ikilisinin marifeti “Taraf” aracılığıyla, bir dönem “Askeri vesayeti tasfiye ediyor” yanılsamasıyla rejime destek verme aymazlıklarına benziyor.

Bu duruşun gideceği yer, liberallerin bugün duyduğu pişmanlığın, hayal kırıklığının bir benzerini ulusalcıların duymasıdır.

Ulusalcıların peşine takılanların bunu görmeleri için hala zaman var.

Einstein’ın özlü sözünü anımsatalım;

 “Aynı hatayı iki defa tekrarlamayan insan,  akıllı insandır”

 

Written by Mustafa Sönmez