Türkiye ekonomisi, özellikle 2018 ortasında yoğunlaşan daralma/küçülme süreci ile 2019 boyunca da didişirken, yaşadığı krize bir de 2020’de pandeminin ağır şartları eklendi.  2020 Mart ayı ile birlikte, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de pandeminin sert şartları yaşandı. AKP iktidarı, hem pandemi öncesi hem pandemi sonrası, devletin mali kaynaklarını azami ölçüde kullanarak dümen tutmaya, ekonomiyi dibe vurmaktan sakınmaya çabaladı ama pek de başarılı olduğu söylenemez.

2018 ortalarında ağırlaşmaya başlayan geçim ve iş-aş sorunları, pandemi ile derinleşti.  Devletin sosyal yardımlarının yetersizliği, özellikle yoksullaşmayı derinleştirdi. AKP rejiminin, krizi yumuşatmak için kullandığı düşük TL faizi ve döviz fiyatlarını bastırma araçları ise kısa sürede işe yaramayıp Ağustos 2020 başı itibariyle Türkiye’yi yeni bir döviz krizine, ardından “soğuma-küçülme” konjonktürüne soktu.

Türkiye ekonomisinin merkezini oluşturan ve -2018 yılı itibariyle- ülke Gayri Safi Yurtiçi Hasılasının (GSYH) yüzde 31’inin[1] üretildiği İstanbul, resmi göstergeler henüz yayınlanmamış olsa da,  öncü göstergelerin ortaya koyduğu kadarıyla, kriz sürecinden, Türkiye’nin geri kalan bölgelerine göre daha olumsuz etkilenmiş görünüyor.  Özellikle pandemide hizmet sektörünün daha olumsuz etkilenmesi, sektörün daha çok yoğunlaştığı İstanbul’u sert biçimde etkiledi. Hükümetin sosyal yardım programlarının zayıflığından İstanbul’un özellikle orta ve alt sınıfları farklı derecelerde de olsa olumsuz etkilendiler.

Küçülme yılları: 2018-2020

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 2018 Haziran’ı sonrası, özellikle dış finans kaynaklarına güven vermeyen iktidar, ABD ile yine 2018 ortalarında yaşadığı gerilimin getirdiği döviz türbülansı ile 2019 sonlarına kadar uzanıp 2020’ye de taşınan bir krizi yaşadı. Pandemi, tüm dünyaya daralma, kriz yaşattı. Ancak Türkiye, zaten bir kriz sürecinden geçerken pandemiye yakalandı.[2] Bu farkı belirtmek gerekir. Türkiye’yi uzun bir daralma dönemine sokan yapısal sorununu anımsatmak da yerinde olacaktır.

Türkiye ekonomisi büyük ölçüde dış kaynaklara bağlı büyüyor. Yani kendi iç tasarrufları, büyümesine yetmiyor; dış kaynak için, doğrudan dış yatırımları çekmeye, borsa üstünden dış kaynak bulmaya, kredi kullanmaya çalışıyor. Özellikle 2001 krizinden sonra dönemin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Kemal Derviş ve Uluslararası Para Fonu (IMF) işbirliğinde ekonominin bir anlamda rektifiye edilmesini AKP bir avantaj olarak önünde buldu.  Özellikle ilk 10 yılında Türkiye’ye yabancı kaynak akışının imkanlarını kullandı. Kaynak girişine dünya konjonktürü de müsaitti. Bu dönemde yıllık ortalama 50 milyar doları bulan dış para girişi gerçekleşti.[3] Dış kaynakta yüksek giriş, döviz fiyatlarını da düşürdü. Bununla ithalat yapmak, bu ithalat ile üretim yapmak, büyümek, istihdamı artırmak için imkânlar arttı.

AKP, özellikle dışarıdan büyük meblağlarda giriş yapan bu dış kaynak ile ekonomide hem iç talebe dönük istikrarlı bir büyüme gerçekleştirdi, hem de bu büyüme üstünden kendi siyasi hedeflerine ulaşma imkânı buldu. Yani “Çalışkan, istikrarlı büyüyen bir yönetim” imajını inşa ederek seçmen kitlesini de yüzde 30’lardan yüzde 40’lara, yüzde 50’lerin eşiğine kadar getirdi.[4] Yani bu ekonomik sürecin bir de siyasi sonuçları oldu.

Bu “Dolce Vita dönemi” 2008-2009’a kadar aksaksız sürdü. Türkiye o arada küresel krizde sendeledi ama çabuk toparlandı. Bu krizde, yangını söndürmek üzere dünyada likidite bollaşınca, 2010-2012’de, Türkiye’ye yine yoğun yabancı kaynak girişi oldu. Ama 2013’ten itibaren şemsiye ters dönmeye başladı ve dünyada likiditeyi toparlamak üzere ABD Merkez Bankası Fed öncülüğünde, dış kaynağın faizi artırılmaya başlandı. Türkiye kapitalizmi dışarıdan yaptığı borçlanmaları hep içeride -özellikle konut ve inşaatta –[5] iç talebe dönük kullandığı için, bunu ihracata dönük bir sanayi ve diğer aktivitelerde çok fazla kullanmadığı için, vermekte olduğu kronik cari açığı finanse etmekte artık zorlanmaya başladı.

Dış kaynak akışı yavaşlayınca, hatta zaman zaman geri gitmeye başlayınca, ithalattan, borç yükümlülüklerinden ve içerden döviz tasarruf etmek isteyen yurttaştan gelen üçlü talep basıncının altında döviz fiyatlarını kontrol etmek zorlaştı. Merkez Bankası döviz talebine karşılık veremeyince, döviz fiyatları hızla arttı.

Türkiye, bu sıkışmayı 2018’de ciddi olarak yaşadı. Bunda tabii, yetkileri “tek adam”da toplayan, yasamayı işlevsizleştirip yargıyı iyice yürütme gücüne tabi kılan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçişin de etkisi oldu. Yabancılar bu sistemin, “Merkez Bankası bağımsızlığı”nı tanımayan, kayırmacı, hukuksuzluğa, keyfiliğe, liyakatsizliğe açık yanlarını görerek Türkiye’den uzak durdular.[6]

Bu uzak duruş ve konjonktürel olarak 2018 Temmuz’unda ABD ile yaşanan Rahip Brunson gerilimi, döviz fiyatlarını tırmandırdı. Dolayısıyla burada başlayan döviz türbülansının önü ancak Türk Lirası faizlerinin 6,5 puan yükseltilmesi ile kesilmeye çalışıldı. Ama bu faiz artışı ile ekonomi soğudu, küçüldü. 2018 büyümesi yüzde 2,6’da, potansiyelinin bir hayli altında kaldı.  Bu durum 2019 ilk yarısında da sürdü.[7]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak:TÜİK veri tabanı

AKP rejimi, küçülen ekonomi konjonktürü ile 2019 yerel seçimlerine girince, bunun büyükşehirlerde, hele İstanbul’da yerel iktidarı kaybetmek gibi ağır bir bedeli olduğunu gördü[8] ve 2019 ortalarından itibaren Merkez Bankası yönetimini değiştirip kontrol altına alarak, düşük faiz oranı dikte ederek büyüme ivmesi yakalamayı hedefledi.  Kredi kullanımını kolaylaştırıldı ve bununla beraber dövizi basınç altına alacak yollarla tüketim kamçılandı.  GSYH, 2019 üçüncü çeyrekte yüzde 1, dördüncü çeyrekte yüzde 6 arttı. Bu sayede 2019 daralması, yüzde 0,9’da tutuldu.[9] Aynı canlanma temposu ve yaklaşım, 2020’nin Ocak ve Şubat aylarına da taşındı. Ne var ki, bu suni teneffüsle canlanma, beraberinde enflasyon ve cari açık gibi yan etkiler yaratmaya başlamış ve nereye seyredeceği merak edilirken tüm dünyayı saran COVID-19 salgınıyla son buldu. Küresel ekonomi ile birlikte, Türkiye ekonomisi de derin bir sarsıntı yaşadı.

Çok sert daralmalar yaşanan Mart-Mayıs arası 3 ayın ardından Haziran’da, büyük sağlık risklerine rağmen, ekonomi açıldı. Özetle, Ocak ve Şubat aylarındaki canlı iktisadi faaliyet, Mart’ta salgınla beraber yavaşladı, Nisan’da dip yaptı, Mayıs’ta dipten dönüş başladı, Haziran ile birlikte ısınma hız kazandı. Nisan-Haziran dönemini içeren 2. Çeyrekte, GSYH, yüzde 10’a yakın küçüldü. Sanayideki küçülme yüzde 16,5’u buldu; özellikle de pandemide kapanan hizmet sektöründe faal işyerlerinin katma değer düşüşü ile hizmetler sektörü yüzde 25 küçüldü.[10]

Faiz indirimi ve kredi pompalamasıyla ekonomi Temmuz’dan itibaren önemli bir canlanma gösterdi. Tüketici kredilerinin cazibesiyle başta konut ve dayanıklı mal satışlarında önemli artışlar yaşandı. Harcamaların hızlanmasıyla yılın 3. Çeyreğini oluşturan Temmuz-Eylül döneminde ekonomi yüzde 6,7 büyüme gösterdi. Yıllık kredi artışının yüzde 40 gibi devasa bir boyuta ulaşmasının etkisi, son çeyrekte de sürdü ve GSYH, son çeyrekte de tahminen yüzde 6 dolayında arttı. Yılın ikinci yarısındaki kredi itişli bu büyümesinin etkisiyle, yılın tamamında büyümenin yüzde 1,8’i bulduğu tahmin ediliyor.

İstanbul’a yansımalar

Türkiye GSYH’daki payı yüzde 31 dolayında olan ekonominin merkezi İstanbul, 2018-2020 daralma-küçülme konjonktüründen Türkiye’nin diğer bölgelerine göre daha olumsuz etkilendi. 2018 büyümesi İstanbul’da yüzde 2.2’ye inerken 2019’da da tahminen yüzde 0,6’ya düştü. İstanbul ekonomisinin pandeminin de yaşandığı 2020’de, genelde beklenen yüzde 1-2 büyümenin İstanbul’a daha az yansıdığı  ve 2020’de İstanbul’da büyümenin yüzde 1’de kaldığı tahmin ediliyor.  Böylece İstanbul’un son  3 yılda çok düşük büyüme oranlarında kaldığını söylemek mümkün.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak :TÜİK veri tabanından hesaplandı

İstanbul’un ortalama kişi başına geliri, Türkiye ortalamasından yüzde 65 daha fazla. Ne var ki, 2013’ten bu yana İstanbul’un kişi başına geliri artmıyor, tersine düşüyor. İstanbul’un 2019’daki kişi başına geliri, 2009 küresel krizi sırasında yaşanan düzeye indi. 2020’de ise tahminen İstanbul kişi başına geliri 15 bin doların da altına inmiş olacak.

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak: TÜİK veri tabanından hesaplandı

Pandeminin de sert biçimde etkilediği İstanbul’da kişi başına gelirin düzenli olarak düşüşünde, 2013 sonrası işgücünün artışına karşılık, İstanbul ekonomisinde iş bulma imkanlarının daralması ve işsizliğin Türkiye ortalamalarının üstüne çıkması etkili oldu.

Dar anlamda işsizlik oranı, Türkiye genelinde 2019’da yüzde 13,9’a ulaşırken İstanbul’da yüzde 14,9’u buldu. 2019 için 4 milyon 469 olarak belirlenen “iş arayan işsizler”in yüzde 22.6’sını oluşturan 1 milyon 10 bini İstanbul’daydı. Ancak, gerçek işsizlik için “İş aramaktan umudunu kaybetmiş, işe hazır ama iş aramayan” kesimleri de eklemek gerekiyor. “geniş tanımlı işsizlik” yaklaşımı,  özellikle, iş bulma ümidinin iyice azaldığı ve pandemi korkusunun ön plana çıktığı zaman diliminde daha çok önem kazandı.[1]

Pandeminin yükseldiği Nisan-Haziran döneminde, yani 2020 ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisi yüzde 10’a yakın GSYH gerilemesi yaşadı. İstanbul özelinde bu daralmanın boyutu henüz açıklanmadı. Ancak, önceki kriz yılı 2009’da, Türkiye genelinin 1 puan üstünde bir daralma deneyimleyen İstanbul’un , Türkiye genelinin yaşadığından daha derin küçüldüğü söylenebilir.

Pandemi, Türkiye genelinde ikinci çeyrekte hizmet sektöründe yüzde 25 daralmaya yol açtı. İstanbul’un hizmet sektörü, Türkiye hizmet sektörü katma değerinde yüzde 34 paya sahip.[2] Dolayısıyla, İçişleri Bakanlığı genelgeleri ile yaklaşık 3 ayı bulan hizmet işyeri kapanmaları, İstanbul’un havacılık, konaklama, ticaret, kültür endüstrileri, yeme-içme alt sektörlerinde de önemli daralmaları getirdi. Hizmet sektörü yanında 2015’den beri durgun seyreden inşaat ve pandemide azalan iç ve dış talebin daralttığı imalat sanayii alt dallarında önemli gerilemeler yaşandı. Konfeksiyon üretiminin merkezi olan İstanbul’un, pandemi döneminde giyim harcamalarındaki sert azalıştan, önemli zararlar gördüğü söylenebilir.

Sonuç

Nasıl ve ne zaman sonlanacağı bilinmeyen COVID’19 pandemisi tüm dünyaya derin bir ekonomik kriz yaşatırken Türkiye, 2018 ortalarından beri yaşamakta olduğu bir kriz sürecinde pandemiye yakalandı. Pandemi ve yaşanan darboğazlar, iktidarın çözüm yollarını daha da daralttı. Dünyanın çoğu ülkesinde, genişletilmiş para ve maliye politikaları ile pandemi mağdurlarına daha çok sosyal yardımla el uzatırken Türkiye’de tüketilmiş Hazine kaynakları ve yaşanan sert türbülans nedeniyle yeterli sosyal destek uygulanamadı.  Bu kriz sürecinin merkezinde yer alan İstanbul ekonomisi, hem gelir hem istihdam kayıpları ile önemli zararlar gördü. Kişi başına gelirin 7 yıldır gerilediği, işsizliğin Türkiye ortalamalarının üstünde seyrettiği İstanbul, pandemiden özellikle hizmet alt sektörlerinin kapanma ve daralmasıyla ile ağır hasar gördü. Bunun yanında inşaat ve imalat sanayilerinde de ağır kayıplar yaşandı.

Pandemi yönetiminde de yaşanan başarısızlık, krizin ömrünü uzatacağa benziyor. Genelde Türkiye’yi yönetmede içeriye ve dışarıya güven vermeyen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, sorunun çözümü önündeki en temel engel olarak duruyor. Özellikle ihtiyaç duyulan dış kaynağın geri çekilişinde de bu sistemin yarattığı güvensizlik önemli bir yer tutuyor ve süreçten tüm Türkiye gibi, ekonominin merkezi İstanbul, büyük zarar görüyor. Pandeminin hasarlarının azaltılması da ekonomide yaşanan tıkanıklık da alınacak ekonomik önlemlerden çok, güçlü bir parlamenter sisteme dönüşe, yargı bağımsızlığının tesisine, kısaca içeri ve dışarıya güven verecek bir siyasi dönüşüme bağlı gibi görünüyor. 

 

[1] http://disk.org.tr/2020/09/eylul-2020-issizlik-ve-istihdam-raporu-14-2-milyon-issiz-ve-is-kaybi/

[2] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=30889

[3] https://twitter.com/ZehraZumrutS/status/1303019352703348737/photo/1

[1] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=30889

[2] https://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/originals/2020/02/turkey-fresh-currency-fears-loom-over-turkish-economy.html

[3] Sönmez, M. (2019) “Ücretler,Gelir Dağılımı ve 2018 Kırılımı”, Sencer Ayata (der.) Türkiye’de Yoksulluk ve Eşitsizlik,, SODAR Yayını.

[4] http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1061

[5]  Sönmez, M. (2015) Ak Faşizmin İnşaat İskelesi, Notabene Yayınları.

[6] https://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/originals/2020/07/turkey-foreign-investors-flee-ankaras-isolation-grows.html

[7] https://www.mmo.org.tr/merkez/sanayinin-sorunlari-bulteni/mayis-2020-eki-sayi263-1-sanayinin-sorunlari-bulteni-59

[8] http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?alt_id=1090

[9] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=33605

[10] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=33605

 

Written by Mustafa Sönmez