Turkey’s trade shrinks with war-torn neighbors Iraq and Syria
Mustafa Sönmez - September/15/2014 Turkey’s foreign trade with its two southern neighbors, both engulfed in…
Putin Rusya’sının Ukrayna’yı işgali, yakın tarihin önemli “Kırılma anları”ndan biri olacağa benziyor. 1980’den bugüne uzanan yakın dünya tarihine bakıldığında, 1980’in “küreselleşmeye geçiş”in miladı olduğu kabul edilir. Bundan 10 yıl sonrası yani 1990, “duvarın yıkılması” ve reel sosyalizmin sonu, bu bloktaki ülkelerin küresel kapitalizme adım atışı gibi bir kırılma yılını temsil eder. 2008-2009 küresel krizini zamana yayarak aşan (daha doğrusu, halının altına süpüren) dünya kapitalizmi, 2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile sanki yeni bir kırılma yaşadı. 1980’den 2022’ye bu 42 yılda, dünya kapitalizmi bir yandan sermaye birikiminin uzamını ve kapitalist ilişkileri dünyanın tüm hücrelerine taşırken, birikimin gerçekleştiği coğrafyalar ve oralara hükmeden ülkelerin paylarında, güç ilişkilerinde de önemli değişiklikler oldu.
Küreselleşmeye geçiş yılı 1980’de dünya hasılası 11,2 trilyon dolarlık bir büyüklüğe sahipti. Tüm merkez ve kapitalist ilişkilerin hâkim olduğu çevre ülkelerde, içe dönük, ithal ikameci Keynesgil birikim modelinin yerine neoliberal, piyasacı birikim modeline geçildi. Türkiye de 12 Eylül darbesi eşliğinde, ardından gelen Özal iktidarı ile bu dönüşüme yelken açtı. O tarihte merkez emperyalist ülkelerde dünya hasılasının yüzde 75’i üretiliyordu. ABD, dünya hasılasındaki yüzde 25,4’lük payı ile dominant güçtü.
Reel sosyalizm denemesi yaşayan SSCB, Doğu Avrupa, Çin ve öteki irili ufaklı ülkelerde ise sosyalizmin inşasından daha çok ekonomik kalkınma anlaşılıyor ama bu yolda, “merkezî planlama” ile yol alınamıyordu. “Ekonomizm” bakış açısıyla kapitalizmle yarışamayan yönetimler, askerî düzeydeki yarış için sivil yaşama gidecek kaynakları da çarçur ediyor, bu da baskı ve sansür ile yönetilen halkta, derinden büyüyen bir hoşnutsuzluk yaratıyordu. Beklenen oldu; bu ülkelerde de “Koşulları değiştirmek yerine, koşullara teslim olmak” yolu seçildi, “Duvar yıkıldı”, kapitalizme dönüşün işaretleri gelmeye başladı.
1990’a gelindiğinde, küreselleşen kapitalizmin birikim gücü artmış ve 10 yılın sonunda dünya hasılası yüzde 118 artarak 24 trilyon dolara çıkmıştı. 2000’e gelindiğinde ise hasıla 34 trilyon doları bulmuştu. Bu, 10 yıl öncesine, yani 1990’a göre yüzde 42, küreselleşmeye geçiş yılı 1980’e göre ise yüzde 209 artış demekti.
Neoliberalizm, hem siyasi hem ekonomik düzlemde hızla yükseliyor, mal, sermaye, kısmen işgücü hızla küreselleşiyor ve kapitalist işbölümü tüm dünya coğrafyalarına yayılıyor, kamusal varlıklar özelleştiriliyor, her şeyin metalaşması ve ticarileşmesi ile firmalar iyice devleşiyor, uluslararasılaşıyor, sermaye birikimi doludizgin ilerliyordu.
2000’in başında 34 trilyonluk dünya hasılasının yüzde 79’u merkez emperyalist coğrafyada üretiliyor, ABD, yüzde 30 pay alıyordu. Aynı tarihte çevre ülkelerin, hasıladaki payı yüzde 21 dolayındaydı.
Piyasa ilişkilerine açılan ve giderek dünya kapitalizmi ile entegre olmaya başlayan eski reel sosyalist ülkelerin, yanı sıra Türkiye gibi çevre ülkelerin, dünya mal ve hizmet zincirine daha çok eklemlenmeleri, ağırlıkla 2000 sonrasında gerçekleşti. 2000’lerin son iki yılında 2008-2009 küresel krizi yaşanmasına karşın, 2010 yılına gelindiğinde dünya hasılası 66 trilyon doları geçti. Bu, 2000’e göre dünya hasılasının yüzde 94 artması demekti. Küresel kapitalizm, 1980 sonrası ise 11 trilyon dolardan 66 trilyon dolara çıkarak 5’e katlandı. Bu, dehşetli bir birikim ve dünya kapitalizminin tüm dünyaya nüfuz etmesi anlamına geliyordu.
2010’a gelindiğinde, üretim ve hasılanın coğrafi dağılımı da değişti. Merkez kapitalist ülkeler, bazı sektörleri, bazı üretim halkalarını çevre ülkelere kaydırdılar. Artık dünya hasılasının yüzde 65’i merkez ülkelerde üretilirken çevre ülkeler hasıladan yüzde 35 pay alıyordu. Çin, hızla piyasa ilişkilerine açıldı, yer yer kamu mülkiyetini korurken özel firmalara da alan açtı, teşvikler verdi, dünya kapitalizmi ile ilginç bir eklemlenme yolu seçti. Yönetimde hâlâ Çin Komünist Partisi (ÇKP) var ama sosyalizm yolunda ilerlemek için geçici uzlaşmalar mubah görülüyor, hızla dünya kapitalizmiyle entegrasyon sağlanıyor.
Başta çokuluslu ABD, AB firmaları olmak üzere, küresel firmalar, özellikle emek yoğun; kârlılığı düşen, çevre kirleten işleri Çin’e ve öteki ucuz emek deposu Asya ülkelerine kaydırdılar. Asya, özellikle Çin, bu kaydırılan işlerin yanı sıra kendi inisiyatifiyle de birçok sanayi ürününü üretir ve ihraç eder güce erişti. 2010’da dünya hasılasındaki payı yüzde 9’a çıkan Çin, bu payını pandemi öncesi 2019’da yüzde 16,5’a kadar artırdı, pandemi sonrası 2021’de de payı yüzde 18’e yaklaştı. Çin ile dünya lideri ABD arasındaki fark hızla daralırken hegemonya savaşı da büyüyor.
Bu çılgın sermaye birikimi yarışı, öte tarafta, tüm dünyada doğayı mahvetti, ağır bir gelir-servet eşitsizliğini, kitlesel işsizlikleri derinleştirerek ilerledi ve insan türünü yok etmenin bütün risklerini büyüterek herkeste gelecek kaygılarını da artırdı.
Reel sosyalizmden kapitalizme dönüş yapan Rusya, elbette Çin kadar büyük değil, ama onlar da özellikle Putin sonrası 2000’den başlayarak hızla dünya kapitalizmi ile bütünleştiler. Enerji ticareti üstünden özellikle AB ile bütünleşme sürecinde devlet mülkiyetinin yanında, iktidara yakın finansçı oligarkların hakimiyetinde bir kapitalizm denemesi ile Rusya, dünya ekonomisinde yüzde 2’lik bir pay edindi.
Ne var ki, Rusya’nın dünya kapitalizmi ile entegrasyonu, ağırlıkla enerji ve silah endüstrisi üstünden olabildi. Rusya, Çin ve öteki Asya ülkeleri gibi dünya kapitalist işbölümünden sanayi üstünden bir rol alamadı. Buna karşılık, reel sosyalizm deneyimi yaşamış çoğu Doğu Avrupa ülkesinin tersine, Putin Rusya’sı, dünya kapitalizmine hızla entegre olmakta beis görmezken siyasi düzeyde küresel kapitalizmin kurumlarından uzak durdu, dünya emperyalizm hiyerarşisinde bir yer edinmenin yolu olarak NATO karşıtı konumlandı, eski SSCB’nin nüfuz alanlarında hak iddia etti, özellikle Asya’daki Türki Cumhuriyetlerini kanatlarının altında tuttu. Rusya’nın Batı kapitalizmine yem olmamak, Putin döneminde iyice esas kaygı haline geldi. Bunun uzantısı olarak da, NATO’yu Rusya’nın hinterlandından uzak tutmak, tehdit gördüğü yerlerde de asker kullanmak yolu seçildi. Putin Rusya’sı, SSCB döneminden kalma nüfuz alanlarına, Suriye’de olduğu gibi, sahip çıkarken, Gürcistan, Ukrayna üstünden deneyimlediği gibi, kendi hinterlandına NATO’yu sokmadı. Ukrayna işgali ile askeri olarak göze alabilecekleri ise sonunda, Batı kapitalizmiyle entegrasyonunda bir kırılmaya yol açtı. Bu, hem Rusya’nın tarihinde, hem de dünya kapitalizminin satranç tahtasında taşların yeniden dizilmesine yol açacak bir kırılmadır. .
Öyle görünüyor ki, Putin, Ukrayna’yı işgalden geri durmayacak, ABD öncülüğünde tüm Batı, bu hamleye askeri karşılık vermeyecek ama ağır bir ekonomik yaptırım hücumuyla Rusya’yı bunaltacaktır. Buna, ideolojik olarak Rusya’nın imajını yıpratma, dışlama eşlik etmektedir.
Yine öyle görünmektedir ki, Rusya, siyasi nüfuz alanını olabildiği kadar genişletmeye devam ederken ekonomik olarak Batı kapitalizmden göreceği zarar ziyanı Çin’e yanaşarak telafi etmeye çalışacaktır. Bunun ipuçları da görülmeye başlanmıştır.
Çin, işgalciliği onaylamaz görünmekle beraber (bunu kısmen Batı ile ilişkilerini bozmamak için yaptığını söylemek mümkün) Rusya’nın NATO ‘ya karşı askeri duruşundan örtülü de olsa, memnun görünmektedir. Çin de Rusya gibi, Batı emperyalizminin boyunduruğuna girmemek için bu çıkışları gerekli görmektedir. Çin de Rusya gibi, emperyalizm hiyerarşisinde hak ettiğini düşündüğü yeri istemektedir.
Çin, Rusya’nın ekonomik destek talebine hayır demeyecek, özellikle Rusya’nın enerji ve öteki hammaddelerini daha uygun koşullarda satın alma fırsatını kullanacaktır ama kendi durumunu riske etmemek için de Rusya’dan kısmen biat isteyecek, dünyayı ateşe atmadan, Batı ile ilişkileri yönetmede daha çok inisiyatif kazanacaktır.
Böylece, belki de bu kırılmadan en çok kârlı çıkan Çin olacaktır. Rusya’nın askeri hamlesinden bir “dışsal yarar” sağlayacak, Batı kapitalizminin yaşamaya başladığı türbülansı da kendi lehine bir rüzgara dönüştürecek, hem de Rusya’yı kanatlarının altına sokarak Batı emperyalizmine karşı gücünü artıracaktır.
Kuşkusuz burada ifade edilen eğilimler, önermeler, henüz filiz halindedir ve zaman içindeki gelişmelerle doğrulukları test edilecektir.